Engelli kişi ile sağlam kişi arasında çoğu zaman hassas bir ilişki var. Örneğin bir engelli olarak, ayrımcı bir davranışı veya dili düzeltmek için uyarıda bulunduğumda, genellikle ortam birdenbire buz kesiyor. O an, ilişkide görünmeyen bir kırılma yaşanıyor. Bu kırılma bazen sessizlikle, bazen gergin bir gülümsemeyle, bazen de ilişkiyi zamana yayarak kurutan bir mesafeyle kendini gösteriyor. Uyarılarım sonrası ilişkileri eskisi gibi sürdürebildiğim insanlar çok azdır. Bu az sayıdaki kişiyle bağlarımız çoğu zaman eskisinden de güçlü hale gelmiştir ama geri kalanlarla ilişki ya kopmuş ya da araya görünmez bir mesafe girmiştir.
Bu yazının başlığında kullandığım "kırılgan sağlamlık" ifadesiyle, çoğu zaman fark edilmeyen bir durumu anlatmaya çalışacağım. (Yazının sonuna geldiğinizde verdiğiniz tepkiye bakarak kendi kırılganlığınızı da ölçebilirsiniz.) Toplumda "normal/doğru/eksiksiz" gibi sıfatlarla ilişkilendirilen ve çoğunlukla sorgulanmadan kabul edilen bir beden ve zihin hâli vardır: sağlamlık. Engelli olmayan kişi, çoğu zaman bu sağlamlık durumunun ayrıcalık ve iktidar içerdiğini fark etmez. Üstelik bu fark etmeyiş, kendini doğal, tarafsız, iyi niyetli bir pozisyonda görmesiyle beslenir.
Tam da buna bağlı olarak, bu pozisyon sarsıldığında –örneğin sağlam kişi bir engelli tarafından uyarıldığında– bu sağlamlık kırılganlaşır. Savunma, inkâr, hatta kırgınlık devreye girer. Yani sağlam olma hali, o kadar da sağlam değildir. Eleştiriye karşı direnci düşüktür.
Sağlamcılık, bir tür normalliğin tahakkümüdür; bedensel ve zihinsel farklılıkları eksiklik, kusur ya da "öteki" olarak kodlar. Bu sistem içinde kör bir kişi olarak ben, yalnızca varoluşumla bile bu konfor alanını tehdit ederim, eğer bir adım daha ileri gidip bu konforu rahatsız edecek şekilde konuşursam kırılgan sağlamlık devreye girer.
Sakat kişiyle sağlam kişi arasında, üstü örtülmüş, söylenmeyen ama hissedilen bir hiyerarşi vardır. Sağlam kişi bunu açıkça dile getirmez ama çoğu zaman bilir ve davranışlarını buna göre şekillendirir. Hatta bazen sakat kişi de –farkında olarak veya olmayarak– bu hiyerarşiyi tanır ve ona göre davranır. Engellilikle ilgili dil, davranış ya da tutumlar konusunda sağlam kişiyi uyaran bir engelli kişi, çoğu zaman bu hiyerarşik düzeni “ihlal eden” kişi olarak görülür ve bu durum karşısında görünmeyen ama keskin bir rahatsızlık doğar.
İlk bakışta bu anlattıklarımın tam tersi yaşanıyormuş gibi göründüğünün farkındayım. Sağlam kişiler sık sık şöyle şeyler söyler: "Sizden öğreniyoruz, yanlış bir şey yapmaktan korkuyorum, ne olur beni uyar, beni düzelt, doğrusunu sen bilirsin..." Bu sözler ilk anda olumlu gibi görünür ama çoğu zaman bir tür bağışıklık kazanma niyetini içinde taşır. Çünkü kişi baştan "hata yapabilirim" diyerek, sonraki her hatasında da hoş görülmeyi, idare edilmeyi, hatta mesele edilmemeyi bekler.
Oysa gerçekten uyarıldığında; niyetinin iyi olduğu, yanlış anlaşıldığı, engellilerin bazen çok alıngan olduğu gibi savunma refleksleri devreye girer. Bazen de çok abartılı bir özür mekanizması çalışır: "Çok üzgünüm, çok utanıyorum, ne yaptım ben, Allah kahretsin beni!” Bu dramatik tepkiler, konunun gerçek anlamda anlaşılmasını değil, yeniden kapanmasını sağlar. Çünkü böyle büyük bir özürden sonra aynı kişiyi aynı konuda ikinci kez uyarmak artık daha zor hale gelir.
Bir kişiyi aynı konuda birden fazla kez uyarmanız gerekirse, bu kez ilişki net biçimde gerilir, bozulur. İşte bu kırılganlık, sağlam kişinin görünmez otoritesinin içten içe sarsıldığını hissetmesinden kaynaklanır. Engelli kişinin uyarısı; sağlam kişinin konumuna, hâkimiyetine bir tehdit gibi algılanır. Sanki sağlamlığına bir halel gelmiş, kusursuzluk iddiası bozulmuş gibi olur.
Tam bir sağlamlık zaten mümkün değil, sürdürülebilir hiç değil. Bu kusursuzluk yanılsaması, kırılganlığı da beraberinde getiriyor; çünkü sağlamcı kişi her an bozulabilecek, sorgulanabilecek bir zeminde durduğunu bildiği için kendini savunmaya alıyor ve savunma çoğu kez inkârla başlıyor.
İnkâr kalıpları da çok tanıdık: "Öyle demek istemedim, tamamen iyi niyetle söyledim, sen yanlış anladın, çok alıngansın, sen zaten biraz agresifsin, bu konuda çok hassas davranıyorsun, her şeye öyle bakarsak..." Aslında bütün bunlar, konuyu özünden uzaklaştıran kaçış yolları.
Engelliliğe dair söylediğimiz pek çok şey aslında oldukça açık, net ve basit. Yıllardır aynı şeyleri söylüyoruz ama dönüşüm yavaş, çok yavaş. Oysa bu basitlik karşısında beklenen değişim neden bu kadar zor? Bu sorunun cevabı, tam da yukarıda anlattığım kırılgan sağlamlıkta ve inkâr politikalarında saklı, çünkü eşit ve açık bir iletişim kurmamızın önünde sağlam engeller var.
Sağlamcılığın yalnızca bir ön kabuller bütünü değil, aynı zamanda bir ilişki biçimi olduğunu fark edebilirsek gerçek bir iletişim de kurabiliriz, kim bilir belki de gerçek bir eşitlikten bile söz edebiliriz.
(MS/AD)