Bugünkü yazıya, yarın kutlanacak olan Kürt Dil Bayramı’nın gerekçesine çok kısaca değinerek başlamak istiyorum. Bir grup Kürt aydını, 15 Mayıs 1932 tarihinde Suriye'nin başkenti Şam'da “Hawar” (Çığlık) isimli Kürtçe edebiyat dergisinin birinci sayısını çıkardı. Celadet Ali Bedirxan öncülüğünde Latin harfleriyle yayın hayatına başlayan ve 1943 yılına kadar 57 sayısı yayımlanan dergi, Kürt kültür tarihi yazımı açısından bir milat olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle, 2006 yılından beri, 15 Mayıs, Kürt Dil Bayramı olarak kutlanıyor. Bunun yanında, dünya genelinde kutlanan anadili gününün özgün bir hikayesini de paylaşmak istiyorum.
Uluslararası Anadili Günü
Bangladeş'in girişimiyle, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansı tarafından Kasım 1999'da ilan edilen ve ilk kez 2000 yılının 21 Şubat’ında kutlanan “Uluslararası Anadili Günü”nün o gün kutlanması bir rastlantı değil. Pakistan, 1947 yılında Hindistan’dan ayrılıp bağımsızlığını ilân ettikten bir süre sonra, 1948’de Urduca’yı ulusal dil olarak ilan ettiğinde Doğu Bengal bölgesi henüz Pakistan sınırları içindeydi. Bu dayatma o bölgede yaşayan ve anadili Bengalce olanlar tarafından kabullenilmeyip, protesto edilmeye başlandı. Bunun üzerine, Pakistan Hükümeti de gösterileri yasakladı. Ancak yasaklar, dünyanın çoğu yerinde ve çoğu zaman olduğu gibi, burada da protesto ve gösterileri engelleyemedi. Dakka’da, 21 Şubat 1952’de üniversite öğrencileri tarafından yapılan gösterilerde polis, öğrencilere ateş açtı ve ne yazık ki dört öğrenci öldürüldü. Dünya, 21 Şubat’ta esasen anadilinin önemini anımsarken, aynı zamanda, anadili için Bengalce için mücadele ederken yaşamını kaybeden dört üniversite öğrencisini de anıyor.
21 Şubat’ın “Uluslararası Anadili Günü” olarak kutlanması 2002 yılında BM Genel Kurulu tarafından da karar altına alındı. BM Genel Kurul’u ayrıca, 16 Mayıs 2007 tarihli toplantısında üye devletleri "dünya halkları tarafından kullanılan tüm dilleri korumaya ve korunmasını teşvik etmeye" çağırdı. Çünkü diller kaybolduğunda, beraberinde dünyanın zengin kültürel çeşitlilik dokusu, gelenekler, hafıza, düşünme ve ifade ile kültürel ve entelektüel miras da beraberinde yok olup gidiyor.
UNESCO’nun 2025 yılı başında paylaştığı bilgilere göre; her iki haftada bir dilin yok olduğu ve günümüzde konuşulan veya işaret edilen 8 bin 324 dilin var olduğu tahmin ediliyor. Bunlardan yaklaşık 7 bin dil ise hâlâ kullanılıyor. Bununla birlikte, yalnızca birkaç yüz dile eğitim sistemlerinde ve kamusal alanda yer veriliyor. Dijital ortamda ise çok daha azı kullanılıyor. Oysa, çok dilli ve çok kültürlü toplumlar, geleneksel bilgi ve kültürlerini düzenli bir şekilde ileten ve koruyan dilleri aracılığıyla var olabiliyor. Bu nedenle, Uluslararası Anadili Günü, dilsel ve kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği teşvik etmek için her yıl kutlanıyor. Bu çok kısa tarihsel süreç ve gerekçeden sonra, konuyla ilgili bazı tanımları da paylaşmak anlamlı olacaktır.
Dil, anadil ve anadili
Sözlüklerde dil, “ağız boşluğunda bir organ” olarak başlayıp, birçok anlamda bir isim olarak tanımlanmaktadır. Bunlardan birisi de “insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma”dır. Anadil, birçok dile köken olan, birçok dili doğuran dil, kök dil ya da kendisinden başka diller türetilmiş olan dil demektir. Bu özelliği gereği, dilbilimcilerin çalışma alanıdır. Anadili ise insanın çocukken annesinden, evindekilerden, birlikte yaşadıklarından ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dildir. Bu nedenle, yazarken ve/veya konuşurken anadili ve anadil birbiriyle karıştırılmamalıdır. Herhangi bir anadilinin anadil olması, diğer bir ifadeyle, herhangi bir dilin türemesine kaynaklık etmiş olması gerekmez.
Türkiye’de anadilinde sağlık hizmeti
Anadilini toplumsal yaşantıda, özellikle de kamusal alanda kullanamayanların eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere, pek çok alanda olumsuzluklar yaşadığı bilimsel araştırmalarla ortaya konmuştur. Türkiye’de 1978-2018 yılları arasında her beş yılda bir, ülke genelini temsil eden seçilmiş örnek üzerinde yapılan “Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması”nda bununla ilgili veriler toplanmış olmasına karşın, araştırma raporunda doğrudan yayımlanmadı. Bazı yıllarda “ileri analiz çalışması” başlıkları konarak oldukça dar bir içerikte yayımlanması tercih edildi. Bu raporlardan sekizinde araştırmaya katılanların anadili “Türkçe, Kürtçe ve diğer” olmak üzere gruplanırken, 2018 yılında gerçekleştirilen sonuncu araştırmanın ileri analiz çalışmasında ise anadili “Türkçe konuşabilen ve Türkçe konuşamayan” olarak gruplanması tercih edildi. Ülke genelinde kadın ve çocuk sağlığını ortaya koymak amacıyla uluslararası bir kapsamda ve organizasyonda hazırlanan soru formu (anket) ile verisi toplanan böyle bir çalışmada elde edilen bilginin doğrudan ve “gerçek” içeriğinin kamuoyu tarafından bilinmesi hemen hiçbir zaman “uygun bulunmadı”.
Bununla birlikte, ileri analiz raporlarında neredeyse “kırıntı” olarak sunulan bilgiler dikkatli bir biçimde incelendiğinde bile, anadilinde sağlık hizmeti alamayan, başka bir ifadeyle anadili Kürtçe, Arapça, Gürcüce, Rumca, Ermenice, Lazca, Pomakça vb. olan, Türkçe olmayan kadınların hem sağlık durumlarının hem de sağlık hizmetlerine ulaşabilmelerinin anadili Türkçe olanların oldukça gerisinde kaldığı belirlenmiştir.
Sizleri rakamlara boğmak istemiyorum. Ancak, dünyanın bütün ülkelerinde yurttaşların, mültecilerin, göçmenlerin dili ülkede sunulan sağlık hizmetlerinin dili ile aynı olmadığı durumlarda sağlık güvencesi kapsamında olsalar bile hizmete ulaşabilme, ulaşabilse bile sağlık hizmetini kullanabilme ve yararlanabilmelerinin, dili aynı olanlara göre olumsuz, kötü durumda olduğunu bilimsel araştırmalarla ortaya konmuş. Hatta sağlık güvencesi kapsamında olup, sağlık kurumlarında yaşadıkları olumsuzluklar (kendini ifade edememe, horlanma vb.) nedeniyle o kurumlara gitmektense, kendi dilini konuşanlar tarafından sunulan geleneksel uygulamalardan yararlanmayı tercih etmenin oldukça yaygın olduğunu gösteren çalışmalar da bulunuyor. Yanı sıra, birçok ülke sorunun anadili ayrımı gözetmeksizin tercümanla ya da erken yaşta zorunlu resmi dil eğitimi ile çözülemediğini ortaya koyan deneyime de sahip.
Özellikle Suriye iç savaşıyla birlikte, yaşanan göçlerle Türkiye’nin demografik yapısı son 10-15 yılda görünür bir biçimde değişti. Türkçe ve Kürtçenin yanında Arapça da yaygın olarak kullanılmakta olan bir dil halini aldı. Yıllardır anadili Kürtçe olanlar için sorunun çözümü olmasa da resmi olarak tercüman kullanılması tercih edilmemiş olmasına karşın, Suriyeli göçmenlerin yoğun olduğu bazı yerlerde sağlık hizmetlerinin Arapça tercümanların yardımıyla sunulması tercih ediliyor. Ancak, bu uygulama da sorunu tam olarak çözemiyor. Veriler paylaşılmıyor olsa da sorunlar da yarattığı acılar da yaşanmaya devam ediyor. O nedenle Türkiye’de de sağlık hizmetlerinin anadilinde sunulmasına Kürtçe ve Arapça ile başlanmasının zamanı geldi de geçiyor bile demeye devam edeceğiz…
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'nun bianet'te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın. (OH/TY)