Selami Şahin, geçtiğimiz günlerde, tabi ki Lider Plak'tan, son albümü Baştan Başa Sen'i yayınladı. Uzun bir zaman önce, henüz hazırlıkları sürerken, "50 yılın tecrübesinin şarkıları ve bir Nil Burak düeti" diye tarif etmişti bu albümü Şahin.
Selami Şahin, arabeskin dört atlısının, yani Gencebay-Tayfur-Gürses-Tatlıses'in, hemen yanı başında konumlanır. Ama onlar gibi, esas "patlamasını" daha önceki on yıllarda değil, 90'larda gerçekleştirdiği için, ayrışır da.
Hatta şarkıcılıkta, bestecilikte ve yapımcılıkta diğerlerinden daha aşağıda olmamasına (aksine pek çok açıdan üstün bile olmasına) rağmen, uzun zaman boyunca pek de ciddiye alınmamış, yeterince önemsenmemiş, müzik dünyasında ikinci zincirin bir üyesi gibi görülmüştür.
İlk 45'lik kaydı Zeynebim'i 16 yaşındayken, 1966'da piyasaya veren Şahin, tümüyle kendi eserlerinden oluşan ve bugüne de ulaşan unutulmaz şarkılarından Sen Mevsimler Gibisin ile (sonradan Nilüfer ve Emre Altuğ'un da söylediği) Sensiz Olmuyor'u da içeren ilk 33'luk plağı Yıllar Sonra Yine'yi ise 1975'te çıkartır.
Hem bu albümde, hem de bir yıl sonra çıkan Unutulmayan Eserler'de Şahin, bugün bildiğimiz yorumundan uzak, klasik bir alaturka havası ile okumaya gayret eder şarkıları. Ne meyhanedir, ne arabesk, ne pop; zaten iki plak da peşrev ile başlar.
80'lerden sonra iki şey değişir
Uzunca bir aradan sonra, 1981 yılında çıkan Bağrımdaki Ateşten Damlalar'da iki değişiklik hemen göze çarpar: Şahin, bugün hala faaliyetine devam eden müzik şirketi Lider Plak'ı kurmuştur ve kendi firmasından çıkan bu ilk albümde alaturka şarkıları ve üslubu bir kenara bırakmış, açıktan arabeske göz kırpar olmuştur.
Burada bütün besteler kendisinindir ama sözlerden bazıları arabeskin köşe taşlarından Ali Tekintüre ile Ahmet Selçuk İlkan'dan gelmiştir. Diğer bir deyişle, artık kimsenin güvenmeyeceği, ismi olmayan bir besteciden, en önemli söz yazarlarının güftelerini emanet edebilecekleri bir statüye yükselmiştir.
Bir yıl sonra çıkan Tapılacak Kadın, yapacağını yapar. Hem çok tutulan bir albüm olur, hem de Şahin'i adeta "arabeskin babalarından" biri haline sokar. İsim şarkısının yanında, (sonradan Zeki Müren'in söylediği) Gitme Sana Muhtacım, (önceden Nil Burak ve Adnan Şenses'in söylediği) Senin Olmaya Geldim ve (önceden Kibariye'nin, sonradan Nilüfer'in söylediği) Tanrım gibi klasikleşmiş şarkılar da kendine burada yer bulur.
Onun şarkılarını "okumayan" yoktu
1983'te de Seninle Başım Dertte gelir. Bu albümle hem Cengiz Coşkuner'in yaptığı düzenlemeler hem de Şahin'in yorumu, uzun yıllar üzerine yapışacak olan zamanın büyük modası "piyanist-şantör" ekolüne kaçar hafiften.
Devamı da bu tondan gelir, 80'ler boyunca böyle albümler, şarkılar, programlar birbirini izler. Çekinmem, Bana Sen Gerek,Yar Geliyor gibi arabesk-severlerin bildiği, bugün pek de ortada olmayan şarkılar hep bu dönemden kalmadır.
1972'de arabeskin kısa dönemli kraliçelerinden Esengül'e verdiği Sana Gelmek İstedim ile başladığı başka yorumculara şarkı verme hevesi, bir nebze kendi şarkıcılık kariyerini sekteye uğratsa da, hep sürdü. Kendi tabiriyle piyasada onun şarkılarını okumayan kimse yoktu.
Zeki Müren, Gönül Akkor, Seçil Heper, Emel Sayın, Neşe Karaböcek, Emel Sayın, Sevim Tuna, Bülent Ersoy gibi assolistleri beslediği yetmezmiş gibi Tanju Okan, Nil Burak, Nazan Şoray, Işıl Yücesoy, Zerrin Özer ve Ajda Pekkan gibi Batı Müziği starlarına da İçkim Sigaram, Boşvere Boşvere, Sana Merhaba Dedim, Ya Seninle Ya Sensiz, Alışmak Sevmekten Daha Zor gibi hala sevilen, söylenen şarkıları adeta ikram etti.
Ayrıca sahibi olduğu Lider Plak'tan Türk müziğininim gelmiş geçmiş en büyük seslerinden Gönül Akkor'a Allah (1981), Zeki Müren'e Eskimeyen Dost (1982) ve pop müziğin en ayrıksı, en karakteristik yorumcularından Seyyal Taner'e de Lider (1981) albümlerini yaptı.
Şahin, 1990'ları yine bugün de ayakta kalan şarkılarından ve bir anlamda Seninle Başım Dertte'nin devamı sayılan, Başımın Tatlı Belası ile açtı. Ancak esas sansasyonu, İbrahim Tatlıses'e verdiği Hesabım Var ve Ne Faydası Var, Bülent Ersoy'a verdiği Akşam Olmadan Gel ve Kibariye'nin seslendirdiği Hüküm Giymişim ile yaptı. Diğer bir deyişle, 90'lar Selami Şahin'e iyi gelmişti, özellikle besteciliği altın çağını yaşıyordu.
Ve "söylemeden sahneden inmeyeceği" üç şarkı
Herhalde en büyük patlamasını da aynı bağlam içinde 1994'de çıkan Özledim ile yaptı.
Dillere marş olan bu şarkının yanında (Seni Sevmediğim) Yalan da bir o kadar ses getirmiş, (insanlık hali) o zamana kadar farkında olmayanlara "neymiş bu Selami Şahin" dedirtmişti. Hemen arkasından yine en büyük hitlerinden, sonradan Sezen Aksu dahil pek çok yorumcunun da ses verdiği Ben Sevdalı, Sen Belalı geldi.
2010'lar boyunca, özellikle 90'larda doğanların (yeniden) keşfi ile ikinci baharını yaşayan ve neredeyse her gece, hep dolu salonlara, kulüplere şarkı söyleyen Selami Şahin'i yaşatan, adını en tepelere yazdıran, "söylemeden sahneden inemeyeceği" en temel üç şarkısı bunlar zaten. Ama yalnız değiller. Kendisinin söylediği ya da başkalarına verdiği ve hepsini sıralamaya sayfaların yetmeyeceği (kendi tabiriyle 200 adet) hit şarkıları da mevcut. Adeta zamanımızın bir gece hayatı klişesi oldu: "Hiç bir şarkısını bilmem diye gittiğim Selami Şahin konserinden, her şarkısını ezbere bildiğimi anlayarak ayrıldım."
Gülden Karaböcek'le Çakıl'da (Zeki Müren'in de izlemeye gittiği meşhur program), Emel Sayın'la Maksim'de, Seren Serengil'le Kübana'da ve Aşkın Nur Yengi'yle Günay'da uzun programlar yapan, son dönemde daha çok kendi başına sahne alarak kah Açıkhava Tiyatrosu ve Bostancı Gösteri Merkezi'nde büyük konserler gerçekleştiren kah daha genç nüfusların gittiği barlarda, kulüplerde geç saatlerde şarkı söyleyen Selami Şahin, müziğimizin son elli yılının gizli kahramanlarından birisi aslında.
Pop, arabesk ve alaturka yelpazesinin farklı tonlarında gezinen eserleri genellikle tutkulu aşkları, duygusal bağlılığı, kırgınlığı, ayrılık acısını gündelik hayattan ödünç alınmış basit ifadelerle, yalın sözcüklerle, zekice yan yana getirmelerle anlatır.
Şahin'in eserleri lügat parçalamaz, kelime oyunları yapmaz, karmaşık edebi zevkler yaşatmaz ama üretirken hissettiği tutkuyu, "içine doğanı" bizlere doğrudan geçirebilir. Herhalde şarkılarının bu kadar sevilmesinin ve hiç unutulmadan hayatta kalmalarının, hatta tekrar tekrar yeniden keşfedilmemelerinin temel sebebi de budur.
"Eşitine duyduğu aşkı" anlattı
Arabeskin laik bir kültür olmasının yanında, ne Batsın Bu Dünya tamahkârlığı vardır şarkılarında, ne Acıların Çocuğuyum ajitasyonu, ne de Ben de İsterem arsızlığı. Kendi gibi birine, eşitine duyduğu aşk anlatılır hep, dünyaya etrafa zenginliğe-fakirliğe aldırmadan. Belki o yüzden biraz fazla temiz, biraz fazla orta sınıf, hatta naif bir arabesktir Selami Şahin'inki, patlamak için bekleyen.
Ama gerektiğinde en koyusunu yapmayı da bilmiştir, Ne Duamsın Ne De Bedduam'da, Sen de Öyle Sev'de, Kadere Sikayetim Var'daki gibi.
Kendisi de her zaman inceliği, zarafeti, kibarlığı ve mütevaziliği ile tanınır. Adı akranlarının çoğunun aksine, şiddetle, küfürle, saldırganlıkla, terbiyesizlikle anılmaz. 50 sene çok farklı karakterlerdeki şarkıcılarla bestecilik ve Unkapanı'nda yapımcılık (yani para) ilişkileri içinde olduğu halde, bir kavganın, atışmanın öznesi olmamıştır.
Hayat hikayesinin anlatıldığı programları izlemiş ya da röportajlarını okumuş olanların da bilebileceği gibi, Türkçe'yi sonradan öğrenmiş, mütevazi bir geriplandan gelerek yükselmiş bir insan için Şahin, kendini adapte etmeyi ve kariyerini yönetmeyi çok ustaca başarmış, kapılmasının en doğal bulunabileceği ihtiraslara yenik düşmemiş, belki de bu yüzden 2010'ların sonunda bile hala sevilen, saygı gören, değeri bilinen bir figür olarak kendini muhafaza edebilmiştir—yine akranlarının büyük kısmının aksine.
Baştan Başa Sen ve yeni şarkılar
Şahin, geçtiğimiz günlerde, tabi ki Lider Plak'tan, son albümü Baştan Başa Sen'i yayınladı. Fiziksel ve dijital formların yanında, youtube'dan da dinleyebilirsiniz. Elbette Selami Şahin'in hem şarkı yazmasında hem de icra etmesinde belli bir tarzı var.
Bu albüm de bu tarzın içinde şarkılar ihtiva eden, oldukça iyi düzenlenmiş ve çalınmış bir yapım. Baştan Başa Sen ve özellikle de Yüreğime Yüreğime, yeni Şahin klasikleri olmaya aday şarkılar. Bir de düğün şarkısı var: Benimle Evlenir misin? Benim düğün şarkılarına hiç tahammülüm yok ama bu düeti, puslu tılsımlı sesiyle Nil Burak'ın varlığı oldukça-olabildiğince yükseltmiş.
Uzun bir zaman önce, henüz hazırlıkları sürerken, "50 yılın tecrübesinin şarkıları ve bir Nil Burak düeti" diye tarif etmişti bu albümü Şahin. En azından aynı şarkıları çevirip çevirip söylemekle yetinmeyeceğini, üretmekten ürkmeyeceğini (bir kere daha) göstermiş ve 2020'lerde de macerasının devam edeceğini müjdelemiş oluyor böylece. Dinlemelere doymayalım. (CÖ/PT)
Sosyolog, Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Doktora derecesini 2010 yılında University of Southern California Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Araştırma alanları erkeklik, cinsiyet ve cinsellik, kent, çalışma-iş, hareketlilikler,...
Sosyolog, Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Doktora derecesini 2010 yılında University of Southern California Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Araştırma alanları erkeklik, cinsiyet ve cinsellik, kent, çalışma-iş, hareketlilikler, popüler kültür, küreselleşme ve neoliberalizm. Yazıları daha önce çok sayıda derleme kitapta ve Sexualities, Journal of Gender Studies, GLQ, Social Politics, Toplum ve Bilim, Doğu Batı ve Cogito gibi akademik dergilerde yayınlandı. Kitapları arasında Yeni İstanbul Çalışmaları (2014, Metis), The Making of Neoliberal Turkey (2016, Routledge), Queering Sexualities in Turkey (2017, IB Tauris) ve Kültür Denen Şey (2018, Metis) var.
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
Yaşadığımız günlerin iç açıcı tarafları can sıkan taraflarından ağır basıyorsa bilin ki umutlu omak zorundayız demektir.
Kendini aydın ve sanatçı konumunda sayanlardan ziyade, sıradan insanlarda gördüğümüz beklenmedik çıkışların daha umut verici olduğunu düşünüyorum- hatta bütün teorileri sarsma pahasına...Geçmişteki tahminlerin ötesinde alışılmamış, çoktandır yaşamadığımız tepkisel sosyal bir atakla karşı karşıyayız şimdi.
Son bir aydır olanlar da gösteriyor ki bundan sonra toplumsal taban diye isimlendirdiğimiz, içini tam göremediğimiz kitlesel güç, bilmediğimiz ya da henüz adını koyamadığımız bir momenti yakalamış durumda.
Bunun olacağını kestiremeyenlerin şaşkınlığı ise başka anlamları çağrıştıracak şekilde kitlelere artık çıktıkları yolun doğruluğunu öğretiyor.
Bu da yanılgıların tazelenmiş yargılarla yer değiştirdiği anlamına geliyor. Toplumdaki ilginç dayanışma örneklerinde gördüğümüz canlılık bunu gösteriyor.
Benim gözden kaçırmamak adına belirtmek istediğim, aslında işin teorisini akademisyenlere bırakmak istediğim bir kaç husus var.
İllki şu: Eskiden olsa CHP, sosyal bir patlama yaratacak ciddi gerginlikler olduğunda tabanını sokaklara dökecek bir tepkiden oldum olası kaçınırdı. CHP 'nin o tanıdık malum paradigması (müesses nizamın korunması) böyle durumlarda aman "düzen bozulmasın" kaygısını her şeyden önde tutardı. Şimdi bu sınır aşıldı.
Yerel seçim
Nedenlerine girmeyeceğim ama sonuçta bütün meseleyi düzen bozucu görünmemek olarak anlayan bir muhalefet tarzı ile çözmeye çalışmak bu gün tarihe gömüldü. Çünkü başka türlü olmuyor. Hatırlayın, artık CHP sokakta, eylem alanında, tarlada, traktör üstündedir.
Yerel seçim galibiyetinden sonra kazandığı moral ile ikidara barış elini uzatan CHP gitmiş, tabanının tepkisine kulak veren, toplumsal tepkileri parti, dünya görüşü farkı gözetmeksizin ömemseyen birliştirci bir iradenin önünü açan, hatta eylemlerin meşruluk sınırlarını güvence altına alacak şekilde disiplini sağlayan, kürsü siyasetinden eylemlik siyasetine evrilen bir parti olarak göz dolduran bir CHP gelmiştir yerine.
Ortadoğu politikaları
Bu başka deyişle CHP şimdi eylem üzerinden iktidara yürüyen güçlü bir alternatif çözüm sayılırken kendi içinde örgütsel dönüşümü de sahici sınırlar içinde oluşturacak bir bilinç ve öngörü potansiyeline sahiptir. İkinci önemli husus budur.
Kendisine umut bağlayan tabanın çok seslilik içinde şekillenmiş irade biçimi parti içinde halka yakın bir duruşun tohumlarını ekecektir kaçınılmaz olarak.
Parti içine bu durum kamucu bir zihniyetin siyasal ilkelere de yansıyan yeni program açılımı olarak canlanacaktır.
Üçüncü olarak ise şu: Ortadoğu ve Suriye'deki yeni oluşumların iç siyasette dolaylı yoldan yarattığı fırsatları kullanmak adına iktidarın yeni rol alışları, bilindiği üzere PKK'nın silah bırakmasına varan bir dinamiği de ateşlemiştir.
Bu değişimin Cumhur İttifakı ile ona uyumlu yaklaşan kürt tarafı arasında başlattığı diyalag süreci, taşıdığı risklere rağmen bundan sonra istismar edilmeye müsait "PKK Terörü" konusunu gündemden en azından şimdilik çıkarmışa benzemektedir.
Bunun ise hem Türkiye Kürt siyasetinde hem de CHP eksenli demokratik muhalefet üzerinde çok yönlü etkileri olacaktır.
Bir kere bu durum, Cumhur İttifakının gözünde demokrasi ve özgürlüğü savunan muhalefetin kürtlerle bağını koparmasına yol açabileceği gibi-ki iktidar kanadındaki asıl hesabın bu olduğunu düşünüyorum- tam tersine, Kürtlerin barışma ve anayasal temelde eşit vatandaşlık istekleri üzerine yaşatmaya çalıştıkları mücadele ile CHP'nin destekleyeceği yeni bir demokratik ittifaklaşma sürecini de zorlayacaktır.
Bütün bu olasılıkları önümüzdeki günlerde daha kapsamlı olarak tartışacağız. Son olarak bundan sonra geriye kalacak son müşterekte birleşmenin her türlü tehdit ve düşmanlaştırma baskılarına rağmen çekilen tarihsel sancılara çare üretecek tek olumlu sonuç olacağını düşünüyorum.
Siyasetçi dediğiniz “öyle” değil, “böyle” olu(nu)r dedi. İşin renkli tarafı kendisinin çapında olamasa da bir benzerinin de sahaya çıkmasına vesile oldu; Ekrem İmamoğlu.
Kürtler hatırlı insanlardır. Bunu zaman dilimi içinde ziyadesiyle kanıtlamışlar zaten. Mesela hep “bin yıllık kardeşlik”ten söz edilir ya! Yanına “etle kemik gibiyiz”i de ekleyerek. İşte hikâye malum 1071 Malazgirt ve Kürdün sayesinde şu an yaşanan toprakların muktediri olmak!
Beş yüz yıl sonra Osmanlı Padişahı Yavuz Selim’e Kürt İdris’in (Bitlisli olan) verdiği açık çek. Ve ondan sonra Kürt coğrafyası sakinlerinin Osmanlı’nın yareni olması.
Geldik Lozan’a, 20. Yüzyılın ilk çeyreğine. Madem “bir ümmet, din kardeşiyiz. Bizim temsiliyetimiz de sana emanet”. Sonrası, koca bir inkâr. Kapkara bir yoksayıcılık. Ben varım, sen yoksun! Şarkının çok bilinen sözlerindeki gibi “keşke bir yalan olsaydım…” misali.
Cumhuriyetin koca 100 yıllık Kürde dair yoksayıcılık üzerinden çetelesini saymayayım şimdi, yazı uzar gider.
Ama şunu dememe izin verin. Tarih 24 Nisan 2025, aynı gün içerde sekiz yıldır yatan Kürdün mahpus ve legal parti lideri Selahattin Demirtaş’ın içeriye düştüğü gün kendine verdiği söz üzre her yıl bir kitap kabilinden sekizinci kitabı Jamal kitapçı raflarında. Ve aynı gün DEM parti yetkilileri Adalet Bakanı ile önceden planlı iki saatlik bir görüşme yapıyorlar.
Görüşme bir kaç aydır süren adı henüz konulmamış “çözüme” dair mevzuun yürüyen süreci. Görüşmede “siyasi tutsakların akıbeti” de konuşuluyor tabii ki! Kaderin cilvesi ve tuhaf garabetine bakın ki onlar görüşmedeyken içerdeki müebbetlik Demirtaş hakkında onbeş yılla yargılanacağı yeni bir dava açıldığı haberi medyaya düşüyor.
Şimdi, soru orta yerde. Demirtaş'ın, halkının yüzlerce yıldır birlikte yaşadığı ve hep fedakârlık yapan millet olduğu gerçekliği bir yana! Bu kez, hem de bir kez değil, sekizinci kezdir edebi katkı sunuyor. Al, oku işte sana edebiyat.
"Bak ben içerde yatıyorum ama, hiç bir anım boşa geçmiyor. Dışarda siyaset yapar gibi yazmıyor edebiyat yapıyorum" diyor.
Peki sen ne yapıyorsun ey muktedir…
Şunu diyeyim de içimde kalmasın! Hani yukarıda, Kürdün bin yıllık osmanlıya dair hikâyata verdiği katkıyı yazdım ya! “Yeminle” (Demirtaş okurları ve onu ru be ru tanıyanlar bilir; çok ve yerinde kullanır bu vurguyu) Selahattin kardeşim kendi kimliği varoluşu üzerinden tıkanık, bodur, hacimsiz Türkiye siyasetine bir model sundu.
Siyasetçi dediğiniz “öyle” değil, “böyle” olu(nu)r dedi. İşin renkli tarafı kendisinin çapında olamasa da bir benzerinin de sahaya çıkmasına vesile oldu; Ekrem İmamoğlu.
Ee, Demirtaş siyasal marka oluşu ile kalmayıp edebiyatta da kendine bir yer açtı. Yazdıklarıyla sürprizler yaptı. Arafta Düet’le denediği bol oyuncaklı zor bir Lego polisiyesine Jamal’la “bir daha” dedi.
Üstelik bu ülkede yaşayan ve dışardan da gelen bütün yerli yabancı halkların görsel başkenti İstanbul sokaklarına kadrajı tuttu.
“Onu benden siz aldınız
Onu benden siz çaldınız
Dünyam döndü zindana
İstanbul sokakları…” diyen intizar’ın şarkısı misali sokaktan yine sokaklara seslenerek.
Hayatı boyunca İstanbul’da yaşayan biri olmayanın bile İstanbul’a dair bir sokak hikayesi vardır elbette. İşte o sokakların ruha dokunan gündelik hayatları üzerinden bir İstanbullu yüzleşmesi Jamal.
Kitabı benim erken okumam gibi kendisi de hazırlık sürecinde dosya olarak okuyan bir dostla konuşuyorduk bu yazıyı yazmaya oturmadan bir kaç gün önce!
Çok haklı olarak bir gerçeğe parmak basarak dedi ki; “Demirtaş artık etkili ve toplumda karşılığı olan bir figür. Hatırlarsın sosyal medya üzerinden kitap önerirken insanlar kitapçılara gidip adını dahi bilmeden ‘Selo’nun tavsiye ettiği’ kitabı soruyorlardı.
O tavsiye etti diye binlerce satan ve yeni baskı yapan kitaplar olmuştu. Peki, o halde! Yakın zamanlarda büyük bir felakete uğrayan Diyarbakır / Amed sokaklarının halini yazsa Selahattin”
Evet, yazsa ne olur sahi! E, yazıyor elbette. Kitaplarının kimi bölümlerinde şahsiyetler ve mekânlar üzerinden kimi ara nağmeler döktürüyor “yeminle” ya! Anlaşılan kesmiyor. Hazır içerdeyken belki de çıkmaya ramak kalmışken! Bir “Diyarbekir Küçeleri” olur mu? Olur, neden olmasın!
“Çadır kurdum düzlere
Tiken oldum gözlere
Ben buradan gidiyem
Diyarbekir sizlere…” misali olsun diyerek.
Gördüğünüz gibi ben size Jamal’a* dair bir roman hikâyesi / güzellemesi yaz(a)madım. Halbuki yazıya oturduğumda “yeminle” niyetim oydu. Başka bir şey çıktı. Affola…E zaten Jamal ya da Cemal bir ad ise, bir başka anlamıyla da suret değil mi; Hüsn-ü Cemal misali…
Jamal’da diyor ya Selahattin; “Hikâyem bana kıymetlidir, bana anlamlıdır; başkalarının bilmesini de anlamasını da istemiyorum, beklemiyorum.” Halbuki bizler hikâyenin asli sahipleri aslını-astarını biliyor isek de! Başkaları da bilsin diye yazıyor ve yazılmasını da istiyoruz…
Diyarbakırlı ve Diyarbakır'da yaşıyor. Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi ve Uluslararası PEN Yazarlar Örgütü Diyarbakır Temsilcisi. Pek çok dile çevrilen 20 kitabı bulunuyor. Ankara Üniversitesi Siyasal...
Diyarbakırlı ve Diyarbakır'da yaşıyor. Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi ve Uluslararası PEN Yazarlar Örgütü Diyarbakır Temsilcisi. Pek çok dile çevrilen 20 kitabı bulunuyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. bianet'te yazıyor.