Hemen barış, önce barış

Barış, yarınımızı bugünden daha iyi kılar.
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat Perşembe günü saat 17.00’de önce Kürtçe, ardından Türkçe olarak okunan mesajı, yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bilindiği gibi, 1 Ekim 2024’te TBMM’nin açılış töreninde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan ve bazı milletvekilleriyle tokalaşması, iyimser bir hava yaratmış ve kamuoyunda ‘süreç’ tartışmalarını başlatmıştı.
Hem Bahçeli’nin tokalaşması hem de Öcalan’ın silah bırakma mesajı, toplumsal barışı inşa etmeyi amaçlıyor. Ayrıca, gerek tokalaşma gerekse silah bırakma çağrısı, sözü ön plana çıkaran ve sözün alanını genişleten eylemler. Kısacası, geçen haftaki yazının başlığını tekrar edecek olursam: Söz, güçlü bir araçtır. Söz ile şiddetin alanı ters orantılıdır.
Öcalan’ın çağrı metninde, “demokratik toplum ihtiyacının kaçınılmaz” olduğu vurgusu, insan hakları prensiplerinin temel bir niteliğine işaret ediyor: Hak ve özgürlükler herkes içindir. Demokratik bir toplum, ancak insan hakları prensiplerine tam anlamıyla riayet edildiğinde ve hukukun üstünlüğüne sıkı sıkıya bağlı kalındığında inşa edilebilir. Elbette, demokratik toplumun inşası ve sürdürülmesi, esasen barışın tesis edilmesiyle mümkündür. Barışın yaşamsallığı konusunda Willy Brandt’ı anmak gerekir: “Barış her şey değildir, ama barış olmazsa hiçbir şey olmaz.”
Brandt’ın bu sözü, barışın, hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi açısından bir önkoşul olduğunu vurguluyor.
Heyecan da var, şüphe de
1 Ekim’de olduğu gibi, 27 Şubat’ın ardından da uluslararası insan hakları örgütlerinden ve sendikalardan, “Neler oluyor? Bundan sonra ne bekliyorsunuz?” gibi sorular içeren mesajlar geldi. Bazı mesajlarda şüpheci bir ton olduğunu belirtmek gerekir. Aklında soru işareti olanlar, son yıllarda insan hakları alanında yaşanan gerilemelerin belgelendiği raporlara atıfta bulunuyor.
Bu kaygılar haksız sayılmaz; ancak bizi karamsarlığa sürüklememelidir. Kaygılarımız, bizi eleştirel düşünmeye ve olası ihlaller karşısında algılarımızı daha açık tutmaya itmesi iyidir ve hatta gereklidir. Öte yandan, barış gibi kıymetli bir sürecin uzun soluklu olacağını ve muazzam yoğun çaba gerektirdiğini bilerek hareket etmemiz de gereklidir.
İhlalleri bitirmeye fırsat sunmalı
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) 28 Şubat’ta yaptığı açıklamanın başlığı, sürece dair beklentiyi ortaya koyuyor:
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) 28 Şubat’ta yaptığı açıklamanın başlığı, sürece dair beklentiyi ortaya koyuyor. “Türkiye: Şiddeti Durdurma Çağrısı Hak İhlallerini Sona Erdirmek İçin Bir Fırsata Dönüştürülsün.”
Metinde, bu çağrının, Terörle Mücadele Kanunu’nun hak savunucuları, gazeteciler ve muhalif sendikacılara karşı keyfi biçimde kullanılmasının sona ermesine vesile olması temenni ediliyor.
Söze alan bırakılmadığında
40 yılı aşkın süredir devam eden silahlı çatışmalar nedeniyle, başta yaşam hakkı olmak üzere birçok temel hak ve özgürlük ihlal ediliyor. Şiddetin yarattığı karanlık, hak talep edenlerin sesini, sözünü bastırıyor.
HRW açıklamasında da sürecin sona erdirmesini temenni ettiği bazı ihlaller listeleniyor. Örneğin, son dönemde DEM Parti ve CHP’li belediyelere yönelik kayyım atamaları, HDK’ye yönelik operasyon kapsamında gazetecilerin, aktivistlerin ve siyasetçilerin tutuklanması gibi meseleler raporda yer alıyor.
Tabii ki, hukukun muhalif sesleri cezalandırma aracı olarak kullanılması sadece son aylara özgü bir sorun değil. HRW, bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen tahliye edilmeyen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğuna da dikkat çekiyor.
İnsan hakları savunucuları etkileniyor
İnsan hakları savunucuları, özünde bir demokrasi ve insan hakları meselesi olan Kürt meselesini yakından takip ediyor.
İnsan Hakları Derneği (İHD) olarak hazırladığımız insan hakları ihlalleri raporlarında, Kürt meselesine ilişkin ihlaller, hem çeşitlilik hem de hacim bakımından ziyadesiyle fazla. Ayrıca, sokağa çıkma yasakları, kayyım atamaları, Kürtçeye yönelik ihlaller, hapishanelerin durumu vb. konuların ele alındığı çok sayıda özel ve tematik raporumuz da mevcut.
Maalesef bu çalışmaları yürüten insan hakları savunucuları da şiddet, tehdit, yargılama, cezaevine konulma ve hatta öldürülme gibi ağır hak ihlallerine uğruyor.
Sur’daki sokağa çıkma yasakları sırasında, yaşanan şiddete dikkat çekmek için yaptığı açıklama sırasında dönemin Diyarbakır Barosu Başkanı dostumuz Tahir Elçi’nin öldürülmesi hala hafızamızda. Benzer şekilde, İHD mücadelemizde öldürülen 27 üye ve yöneticimizin acıları da hâlâ yüreğimizde.
Ayrıca, 21 Şubat 1993’te kaçırılan ve 27 Şubat’ta bedenleri Elazığ-Dersim yolu üzerinde bulunan Avukat Metin Can ve Dr. Hasan Kaya arkadaşlarımızın katledilmesi, aradan geçen 32 yıla rağmen hâlâ içimizi yakıyor.
Yargılamalar ve tutuklamalar devam ediyor
Biz insan hakları savunucuları, mücadelemizden ve sözümü söylemekten geri durmayız. Sözün alanı daraldığında, faaliyet alanımız da daralır ve insan hakları mücadelesini zorlu koşullarda yürütmek durumunda kalırız. İnsan haklarını savunma konusundaki ısrarımız, gözaltılar, yargılamalar ve cezaevi süreçleriyle sonuçlanabilir.
Uzun yıllardır sadece İHD’de değil, aynı zamanda 78’liler Girişimi, Barış İçin Kadın Girişimi ve Cumartesi Anneleri/İnsanları’nda da mücadele eden dostumuz Nimet Tanrıkulu, 29 Kasım’dan bu yana tutuklu. Örgüt üyeliği iddiasıyla yargılandığı davanın ilk duruşması, 4 Mart’ta yani bugün, İstanbul Çağlayan Adliyesi 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. Dostumuz Nimet Tanrıkulu’nun bugün tahliye edilip sevenlerine kavuşmasını ve insan hakları mücadelesine devam etmesini temenni ediyoruz.
Süreçten beklenti
İnsan hakları savunucularının temel beklentisi, sürecin kesintiye uğramadan başarıya ulaşmasıdır. Bir diğer beklenti ise, hak ihlallerinin son bulması, hak ve özgürlük alanının genişlemesidir. İnsan hakları savunucuları olarak, Kürt meselesi çözüme kavuşmadan, bu konuda eleştirel yazılar yazan gazetecilere, ihlalleri belgeleyen insan hakları savunucularına ve toplumsal talepleri dile getiren muhalif siyasetçilere yönelik baskının son bulmayacağını yıllardır acı ve ağır bir biçimde tecrübe ediyoruz. Bu bakımdan, barışın tam anlamıyla inşa edilmesi gerekiyor. Ve barışın inşasında herkese görev ve sorumluluk düşüyor.
(Oİ/VC)