İçine doğduğu toprakların, asırlardır iktidarlar tarafından yok edilmek istenen köklerinden nefeslenerek geliyordu Sırrı. Derinden gelen sesi ve yüreği bu köklerden besleniyordu. Çok erkenden kararını vermişti O; her şeyden önce vicdanlı olunmalı bu topraklarda. Çünkü devlet, itinayla yedeğine aldığı şiddet tekeliyle insanları önce vicdanlarından vuruyordu. Biliyordu; vicdanını yitiren insandan ancak biat eden ‘makbul vatandaş’ çıkar.
Devlet ve yedeğindeki ‘makbul vatandaş’lar ellerinde silahlar, baltalar, kürekler, benzin bidonları ile Maraş’ta Kürt Alevilerini yaşadıkları topraklarda yok etmek, sürmek için harekete geçtiklerinde daha bir liseli olan Sırrı’nın yüreği kabul etmez. Çünkü insan, her şeyden önce vicdandı; vicdanlı olmanın ne demek olduğuna çok erkenden karar vermişti Sırrı. Maraş Katliamı’na karşı ses verdiğinde ilk kez karşılaştı devletin şiddetiyle. Şimdi okuduklarımızdan anlıyoruz ki, öncesi de hiç kolay olmamış hayatı.
Yazdıklarından tanımaya başlamıştım Sırrı’yı. Kalemi içten, samimi, hayatın içindeydi. Herkesin bildiğini, gördüğünü varsaydığını o çok başka bir yerden, kendisinden damıtarak getirdiği sözcüklerle bezeyerek yazıyordu. Bu toprakların, sokakların dertlerini yazıyordu. Sonra ekranlarda görmeye başladık kendisini. Yazılarındaki samimiyet tebesümünde ve dilinde devam ediyordu.
Sonra bir gün...
Lambda İstanbul’da anti-militarizm buluşmamızda Elif ile sunum yaparken sokaklardan sesler içeriye dolmaya başladı. Neler oluyor diye anlamak için kendimizi sokağa attık. Seslerin geldiği yöne devam ettik. Emek Sineması’nın sokağında birikmeye başlayan bir grup insandan geliyordu bu sesler. Kalabalığa karıştık. Anti-militarist, vicdani ret mücadelesinde yan yana durduğumuz Cenk ve Deniz yoldaşlarım, polisin kapısını bloke ettikleri Emek Sineması binasının üçüncü katında “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” diye bir slogan atıyorlardı.
Heyecanla karşıladım bu sloganı, bir yandan da içimde “Umarım bir slogan olarak kalmaz” gibi bir hissiyatla eylemci kalabalığı izlerken ilk kez Sırrı’yı bu kadar yakından gördüm. Emek Sineması’na sahip çıkan sanatçılar ile birlikte Sırrı da oradaydı.
Aradan ne kadar zaman geçti şimdi hatırlamıyorum. Benim güzel yürekli, vicdanlı yoldaşlarımı ekranda gördüm: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”
Devlet, devlet olmaktan, şiddet tekeli sahibi olmaktan gelen kuvvetiyle dayamış dozerleri Gezi Parkı’na. Ne olduğunu anlamak, o kalabalığa karışmak için bir etkinlik vesilesiyle bulunduğum Amed’den İstanbul’a dönmeyi beklerken, dozerin önündeki o fotoğrafı sosyal medya üzerinden dolaşmaya başladı. Kendi dili, yüreği, vicdanıyla; “Hiçbir vekil bu ağacın bir dalından daha kıymetli değildir,” diyerek konuşan Sırrı’ydı.
İşte o zaman O, herkesin büyük Sırrı olmaya doğru daha büyük bir YOL almıştı. Sadece insanların değil; ağacın, kuşların, böceklerin de hayatlarına saygıya çağırmıştı. O ses, vicdan, ahlaki duruş hiç susmadı. Öcalan’ın ahlaki ve politik toplum paradigması ile yolu çakıştığında bu toprakların en büyük özleminin sembolüne dönüştü. Öcalan’ın, “Ahlâka başvurulmadan ne toplumsallaşılabilir ne de yönetilebilir. Yöntemde ahlâk toplum için vazgeçilmez bir oluşum ve yönetim gerçeği, algısıdır. Ahlâkın pozitif ve negatif içeriğini tartışmaksızın, bu yönlu bir gelişme toplumsal algılamanın vazgeçilmezi sayılmak durumundadır,” sözlerinin bir çelebisi oldu adeta.
Sevenleri kadar nefret edenleri de çoğaldı. Devletin bir asırdır asimile ederek, ötekileştirmek üzerinden birbirinden uzaklaştırmak istediği halkarın, inançların dili, vicdanı olmak hiç de kolay değildi. Öcalan’ın deyimiyle Anadolu ve Türkmen geleneğinin büyük bir evladı olan Sırrı, adeta bir barış elçisine dönüşmüştü. Düşmanlık üzerinden kurulan kin ve öfkenin egemen olduğu sokaklarda barış için yol almak hiç de kolay olmayacaktı.
Sırrı’nın YOL’una tanık olanlar kendisini çok sevdiler.
Kürt halkı, kendisinden gelmeyip de kendi dertlerine, Sırrı’nın deyimiyle “hemhal olanları” çok sever. Kürtler adeta bir sırra ermişçesine sevdiler bu adamı. En çok da giden çocukları için bir ömürdür şehir şehir, meydan meydan, sokak “Barış olsun artık” diye haykıran, mücadelelerini yürüten beyaz tülbentli Kürt kadınları. Sonra yaşlı Kürtler çok sevdiler. Ve çocuklar. Çünkü Sırrı, yüzüne yayılan o güzel tebessümünü hiç bırakmadan kalbiyle bakan, gözleri konuşan, yüreğiyle dokunan bir insandı.
“Bana kimin hakkı geçmişse helal olsun. Ben helallik konusunda çok zayıf bir insanım. Söyleyen hiç kimseye haram olsun demedim,” diyecek kadar derviş yürekli olan Sırrı’ya en çok yakışan slogan; “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” oldu.
(EJA/VC)