Akdeniz’de görünmeyen bir mezarlık büyüyor. Almanya merkezli deniz kurtarma örgütü SOS Humanity, kuruluşunun 10. yılında yayımladığı kapsamlı raporda, insan haklarını ihlal eden göç politikaları nedeniyle Avrupa Birliği’ni sert biçimde eleştiriyor.
“İnsanlık( dışılığ)ın sınırında Avrupa” (Grenzen der (Un-)Menschlichkeit) başlıklı rapor, 64 kurtarılmış göçmenin tanıklıklarını bir araya getirerek Avrupa’nın Libya ve Tunus’la geliştirdiği sınır dışı işbirliklerinin insan hayatını hiçe sayan bir sisteme dönüştüğünü ortaya koyuyor.

"MÜLTECİLERİN KABUSU" GEREÇEK OLDU
AB Konseyi yeni "Göç ve İltica Yasası"nı onayladı
Ölüm ve sessizlik
2014 yılında İtalya’nın “Mare Nostrum” adlı devlet destekli arama-kurtarma programının sona ermesiyle birlikte, Avrupa’nın göç politikasında belirgin bir kırılma yaşandı. Devletler geri çekildi, denizde insan kurtarma sorumluluğu büyük ölçüde kişilerin kendi inisiyatiflerine ve onların kuruluşlarına bırakıldı. Bu sorumluluğu üstlenen en önemli yapılardan biri olan SOS Humanity, 2015 yılından bu yana 38 bin 500’den fazla insanı Akdeniz’de ölümden kurtardı.
Ancak aynı dönemde en az 25 bin insan, Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken yaşamını yitirdi. Sadece 2024 yılında bu sayı 1.719 olarak kayıtlara geçti. 2023 itibarıyla, Tunus’tan denize açılan göçmen sayısı, ilk kez Libya’dan gelenleri geçti. Bu veri, göç yollarındaki değişimin yanı sıra Tunus’un da AB’nin dışsallaştırma politikaları çerçevesinde “göçü durdurma taşeronu” haline geldiğini gösteriyor.
Rapor, yalnızca bu 64 tanıklıktan oluşmuyor. Bu anlatılar, 2022 ile 2025 arasında SOS Humanity’nin kurtardığı toplam 4 bin 40 kişilik göçmen grubundan alınan çok sayıda tanıklığın sistematik biçimde incelenmesiyle derlendi. Tanıklık toplama süreci, yalnızca insani belgeleme değil, aynı zamanda bu kişilerin sığınma süreçlerinde kullanılabilecek resmi referanslara dönüştürülmesini de içeriyor.
Libya ve Tunus: Suç mekânları ve ortaklığı
Raporda yer verilen tanıklıklar, Avrupa’nın ortak çalıştığı ülkelerde yaşanan sistematik hak ihlallerini gözler önüne seriyor.
Libya’da göçmenlerin keyfi biçimde tutuklandığı, defalarca el değiştirdikleri, zorla çalıştırıldıkları ve cinsel şiddete uğradıkları belgelenmiş durumda. Bir tanık, Libya’daki yaşamı “cehennem” olarak tanımlıyor ve denizde ölmenin bu koşullardan daha insani olduğunu söylüyor. Libya’da 2024 ve 2025 yıllarında bulunan iki toplu mezar, Birleşmiş Milletler’in 2022 tarihli raporunda da vurgulanan “insanlığa karşı suç işlendiği” bulgusunu doğruluyor. Göçmenlerin 60-70 derece sıcaklıktaki metal barakalarda tutulduğu, günlerce yemek verilmeden bırakıldığı, kirli su içmeye mecbur kaldığı ve tedavi edilmeyen hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirdiği bilgileri, cezaevi koşullarının işkence metotlarıyla özleştiğini ortaya koyuyor.
Benzer şekilde Tunus’ta özellikle Sahraaltı Afrika’dan gelen siyah göçmenlerin ırkçılığa maruz kaldığı, ücretlerinin ödenmediği, hastaneye kabul edilmedikleri, cinsel şiddete uğradıkları ve bazı durumlarda çöle bırakılarak ölüme terk edildikleri aktarılıyor. Bu uygulama yerel halk tarafından “çöle terk etme” olarak adlandırılıyor. Bir tanık, çöle götürülen bir grup içinde 37 kadının tecavüze uğradığını ve erkeklerin bunu izlemeye zorlandığını belirtiyor. Bir başka tanık ise işvereni tarafından darp edildiğini ve bu saldırı sonucu testislerinden birinin parçalandığını ifade ediyor.
AB ve Akdeniz siyaseti
AB, bu ülkelerdeki sahil güvenlik yapılarına 2015’ten bu yana toplam 242 milyon avroluk fon sağladı. Buna karşılık SOS Humanity’nin yürüttüğü tüm kurtarma faaliyetlerinin maliyeti yalnızca 42 milyon avro oldu. Aradaki bu uçurum, Avrupa’nın önceliğinin insan hayatı değil, sınır güvenliği olduğunu açıkça gösteriyor. Libya ve Tunus sahil güvenliklerinin AB fonlarıyla desteklenmesine rağmen, göçmenleri geri itmek için şiddet, silah ve tehdit kullandıkları defalarca belgelenmiş durumda. SOS Humanity’e göre Tunus, denizde göçmenlere karşı şiddet uyguluyor ve gemilerin batmasına yol açacak şekilde kasıtlı manevralar yapıyor.
Raporda, 2017-2025 yılları arasında 166.393 kişinin denizde yakalanarak Libya’ya zorla geri gönderildiği belirtiliyor. Bu geri itmeler sırasında yaşanan ölümler ise giderek sıradanlaşıyor. Bir tanık, üç göçmenin ağır darp sonucu denize atladığını, Libyalı görevlilerin onları izlemekle yetindiğini ve aralarında “Bırakın ölsünler, hem onlar hem biz rahat ederiz” dediklerini aktarıyor.
SOS Humanity raporu, Avrupa Birliği’nin yalnızca Libya ve Tunus’a değil, Afrika kıtasının farklı bölgelerindeki ülkelerle de göçü durdurma amacıyla işbirliği yaptığını ortaya koyuyor. Özellikle Mısır ve Moritanya, son yıllarda bu stratejinin yeni odak noktaları haline geldi. Rapora göre AB, bu ülkelerde de “göç kontrolünü yerinden yürütme” hedefi doğrultusunda finansal destekler sağlıyor.
Avrupa Komisyonu’nun 2023’teki açıklamasına göre, Moritanya’ya yönelik göç işbirliği kapsamında 210 milyon avro, Mısır’a ise yalnızca sınır denetimi ve geri kabul mekanizmaları için 87 milyon avro kaynak aktarılması planlanıyor. Bu fonlar, genellikle yerel otoritelere, sahil güvenlik güçlerine ve göçmen gözaltı merkezlerine yönlendiriliyor. Böylece Avrupa, göçmenleri kendi sınırlarına ulaşmadan önce durdurmayı hedefleyen, giderek daha genişleyen bir dışsallaştırma ağı inşa etmiş oluyor.
Deniz hukuku açık biçimde ihlal ediliyor
Raporda, Malta’nın denizde yardım çağrılarını sistematik olarak görmezden geldiği belirtiliyor. Malta donanması ve sahil güvenliği, denizde tehlike altındaki insanların kurtarılması için gerekli yasal koordinasyon görevini yerine getirmeyerek uluslararası deniz hukukunu açık biçimde ihlal ediyor. İtalya ise kurtarma yükümlülüğünü fiilen Libya makamlarına devrederek yasa dışı geri göndermelere kapı aralıyor. Avrupa Sınır Koruma Ajansı Frontex’in, göçmen teknelerinin konum bilgilerini Libya ve Tunus güvenlik güçleriyle paylaşarak geri itmeleri fiilen kolaylaştırdığı, bu zincirin kurumsal ayağını oluşturuyor. Almanya ise özellikle Tunus ile işbirliği üzerinden bu sürece dolaylı olarak dahil ediliyor.
Avrupa’nın göç politikası kontrolü sınır ötesi rejimlere devretmeye odaklanan bir dışsallaştırma sistemine dönüşmüş durumda. Bu sistem, yalnızca “Bu sistem, yalnızca Akdeniz çevresiyle sınırlı kalmayıp, AB’nin göç kontrolü amacıyla işbirliği geliştirdiği Nijer gibi Afrika ülkelerini ve göçmenlerin geri gönderilmesinin planlandığı Ruanda’yı da kapsıyor. Öte yandan, Yunanistan’ın 2023 yılında yaşanan Pylos faciasında olduğu gibi yardım çağrılarına yanıt vermemesi, AB içinde uygulanan caydırıcılık politikalarının ölümcül sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Avusturya ve bazı Orta Avrupa ülkeleri ise, göçmenlerin sınırda hızlı işlemlerle gözaltına alınmasını ve geri gönderilmesini esas alan yeni Avrupa İltica Sistemi reformlarının en güçlü destekçileri arasında yer alıyor. Bu çok katmanlı yapı, Avrupa’nın göç yönetimini, insan hakları merkezli bir sistemden çıkarıp, güvenlik merkezli ve hukuki sorumluluktan arındırılmış bir rejime dönüştürüyor.
2022’den itibaren İtalya hükümeti, SOS Humanity gibi sivil kurtarma gemilerine yönelik yeni bir taktik benimseyerek, kurtardıkları mültecileri kuzeydeki limanlara bırakmalarını zorunlu kıldı. Bu uygulama, sivil kurtarma çalışmalarının etkisini azaltmakta ve gemilerin bir sonraki kurtarma görevine dönüşünü geciktirmekte.
Tüm bu tablo karşısında SOS Humanity, Avrupa Birliği’ne ve özellikle Almanya’ya dört maddelik net bir çağrıda bulunuyor. AB, denizden insan kurtarma görevini kamusal ve yasal bir sorumluluk olarak üstlenmeli. Libya ve Tunus’la olan tüm sınır güvenliği işbirlikleri derhal sonlandırılmalı. Ortak, kamusal ve insan haklarına uygun bir Avrupa kurtarma programı kurulmalı. Ve dışsallaştırma politikası terk edilerek, göçmenlerin yaşam hakları üçüncü ülkelere havale edilmemeli.
(VHY/VC)