İstanbul Ansiklopedisi… Adı sekiz bölümden oluşan Netflix’te yayımlanan mini dizi ile çoğumuza artık pek yabancı değil; ya da bazılarımıza önceden tanıdık gelen bir isim…
Ünlü tarihçi ve yazar Reşad Ekrem Koçu’nun tamamlayamadığı ünlü eseri İstanbul Ansiklopedisi. 2023 yılında Salt Galata’da “Başka Kayda Rastlanmadı-Reşat Ekrem Koçu ve İstanbul Ansiklopedisi Arşivi” sergisiyle tanışmıştım ben de Reşad Ekrem Koçu ile.
O zamana kadar bilmemek benim de ayıbım diye düşünürüm. Bu kıymetli çalışma tamamlanabilse İstanbul’un tarihi açısından ne çok değerli noktalar ele alınmış olacaktı kim bilir veya çok değerli isimleri İstanbul’un…
İstanbul Ansiklopedisi mini dizisinin yazar ve yönetmeni Selman Nacar; dizinin baş karakterleri ise Canan Ergüder, Helin Kandemir, Kaan Miraç Sezen, Tolga Tekin, Nezaket Erden ve birçok isim ama en değerlilerinden birisi de Müjde Ar…
Dizide İstanbul pek çok açıdan ele alınıyor; İstanbul’a okumak için gelen Zehra’nın İstanbul ile kurduğu ilişkisini izliyoruz. İstanbul, derin, anlaşılması zor, karışık her şeyden önce, ama severek geliyor bu şehre, mutlu Zehra… Okuduğu bölüm sayesinde Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi ile tanışıyor ve Koçu’nun G harfine kadar oluşturabildiği ansiklopediden yola çıkarak kendi İstanbul Ansiklopedisi’ni oluşturmaya başlıyor Zehra… Düşe kalka, acı çekerek, eğlenerek, bir bağ kurarak… Ana karakter Zehra’nın hikayesi bu… Bu ansiklopedideki kelimeleri kullanarak şehre aidiyetini işliyor ilmek ilmek, emekle, bin bir uğraşla …
Diziyi izlemeden hemen önce kendimden ne bulabilirim, benimle örtüşen mekanlar hangileri diye başlıklara baktım; en çok Emek Sineması ve Galata bölümlerini heyecanla bekledim, acaba bu iki önemli yerin tarihine dair ne göreceğiz diye… Bölümleri seyrederken bu mekanlara dair anlatılar daha detaylı olsa mıydı acaba derken, Nacar bize şunu söylüyor; bu sizin İstanbul anlatınız değil, bu Zehra’nın gözlemi ve İstanbul’u…
Ana karakter Zehra ile İstanbul’un ilişkisi bu… Selman Nacar’ın bu tercihi çok daha keyifli geliyor bana; karakterle özdeşleştiğimizde hikayenin özünü kaçırıp kendi anlatımızdan bir şeyler bulma çabasına düşüyoruz çoğunlukla. Bu anlatıda da kendimizden bir şeyler buluyoruz, mekânlarla kurduğumuz bağı hatırlıyoruz ama sürekli kendi “hafıza mekânlarımızı oluşturmuyoruz, kendimizi nostaljimizle boğmuyoruz.
Seyrederken düşünüyorum, Zehra, Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nin bir karakteri belki de. İçinde yaşadığı şehri tanıyor, bu şehre alışırken mücadelesini veriyor; kavga ediyor, öğreniyor bu büyük okyanusun içinde yüzmeyi… Bana bir yerlerden Goriot Baba’yı hatırlatıyor belki de o kadar değil ama, son sahnede Rastignac’ın Paris’le başbaşa kaldığı sahne…
Zehra ile Nesrin’in hikayesinin örtüşme anından itibaren sonuna kadar bizi bu ikili ilişkiye dair pek çok heyecan sarıyor. Zehra’nın şimdiki hikayesi, Nesrin’in geçmişine dair pek çok şey barındırıyor; her ikisi de mücadele ediyor hayatlarını değiştirmek için; ait oldukları yerden kopmak ve başka bir yere ait olmak için…
Karakterlerin gel-gitleri, içinden çıkamadığı durumlar, yüzleşemedikleri veya yüzleşmek istemedikleri gerçeklikleri bir bakıma bize de içinde yaşadığımız şehir ve kendi hayatımız arasındaki organik bağı da sorgulatıyor. Eğer yaşadığımız şehirle uyumlu hale gelemezsek, yapılacak en iyi şey oradan kaçıp gitmek mi, yoksa uyum mu sağlamak?
Dizide en çok beğendiğim noktalardan biri, Nacar’ın İstanbul’u övme veya yerme derdinin olmamasıydı… Karakterlerin gözlemleriydi daha çok şehre dair…
Bizim son zamanlarda eleştirdiğimiz ve artık içinde boğulduğumuz o kentsel dönüşümden bahsedilmiyor, biraz da olsa o gerçeklikten uzak bir İstanbul göstermek iyi bir fikir; sade bir kurgu izlemek seyirciyi memnun ediyor… Böylece aynı hava yüzümüze kurgu yoluyla da olsa çarpmıyor, bu sevindirici… Yormuyor bizi şehrin anlatısı, uzun manzaralar, uzun sessizlik yok, yazarın-yönetmenin amacı bu değil bence.
Mücadele eden bir insanı göstermek, bunu yaparken de büyük araştırmacı Reşad Ekrem Koçu’nun eseriyle karakteri örtüştürmek; karaktere kendi şehrini yaratma imkanını sunmak. Koçu da bunu yapıyor aslında, sergisinde görmüştüm… Pek çok değişik karakter, farklı semtlerde İstanbul’un hikayelerini oluşturuyorlar…
Kısaca diyecek olursam, diziyi çok beğendim; oyunculuklar kusursuz, biz herkesin kendi penceresinden baktığı İstanbul’u görüyoruz; tıpkı Galata Kulesi’nin her penceresinden farklı bir İstanbul manzarası görmek gibi… Seyretmeniz dileğiyle…
Peki ya sizin yaşadığınız şehrin bir ansiklopedisi olsa, hangi harften oluşan bir kelime sizi tanımlardı?
Reşad Ekrem Koçu’nun manevi değeri
Reşad Ekrem Koçu’nun benim için ayrı manevi bir değerini de keşfettim zamanla. Babamın dedesi, Dr.Ömer Edip Ürer ile ilgili kısa bir yazı kaleme almış; aile kalabalık olduğu için mutlaka birinde olur bu arşivler, biri paylaşır sosyal medyada… Zamanında bir yerlere kaydetmişim. Dr. Ömer Edip Ürer Bey, 1952’de vefat etmiş, Reşad Ekram Koçu 1975 yılında…Ömrü vefa etse, hem Ömer Edip Ürer’i, yani büyük dedemi, hem de onun gibi İstanbul’un hikayesine dokunmuş pek çok kişiyi ansiklopedisinde ele alabilirmiş… Bitirebilseymiş, ne büyük katkı olurmuş bu eser… Yazıyı buraya bırakıyorum.
(EYA/EMK)