Ukrayna Savaşı’nda barış müzakereleri

Ukrayna Savaşı’nın dördüncü yılında hemen göze çarpan gelişme, genel durum ortada:
- Şubat 2022’de Rusya’nın işgaliyle başlayan Ukrayna Savaşı, genelde küresel boyutu olan, özelde NATO ile Rusya arasında bir vekâlet savaşı olarak devam etmekte.
- Ukrayna’nın hedefleri (toprak bütünlüğünü tam olarak yeniden sağlamak, NATO üyeliği) askeri olarak gerçeğe uymuyor.
- Rusya’nın hedefleri (Ukrayna’nın tarafsızlaştırılması, askeri gücünün Rusya’ya karşı tehlike yaratamayacak seviyeye düşürülmesi, NATO’nun Ukrayna ile ilgili olan jeopolitik stratejilerden vazgeçmesi) Batı ve Ukrayna rejimi için hala kabul edilemez.
Elbette, Ukrayna ile ilgili olan bütün bu durumlar Trump hükümetinin başa geçmesiyle beraber hızlı bir şekilde değişmeye, izafileşmeye doğru gidiyor. Fakat Trump’ın iktidara geçer geçmez savaşı hemen bitireceği iddiası şimdilik realitenin duvarına çarpmış durumda. Ortaya çıkan gecikmelerin, oyalamaların, tıkanmaların nedenleri çok.
Trump savaşın devam etmesini istemiyor, AB/NATO ise barışçıl amaçlarla çözüme giden bir yol için değil, ABD’den askeri bağımsızlık kazanabilmek ve yeniden silahlanmanın devamı için sadece ateşkesten yana. Rusya ise bunu görmekte ve sadece ateşkes değil, bir barış anlaşması talep etmektedir; çünkü ateşkes sürecinde dinlenen, reorganize olan, yeniden silahlanan bir Ukrayna’nın sürekli olarak savaşı tetikleyebileceği tehlikesini görmektedir. Avrupalı emperyalist devletler, özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya bir strateji olarak barışın ertelenmesini, mümkün olduğu kadar geciktirilmesini arzulamaktalar. Erken bir barış, Rusya’ya karşı stratejik avantajın kaybını, bu üç devletin Avrupa üzerindeki hegemonik kontrollerinin zayıflamasını, BRICS ve Çin gibi alternatif blokların güçlenme riskini içerebilmektedir. Buna ilaveten Ukrayna’da müzakere fikrinin ihanet olarak görülmesi, NATO ülkelerinde ve Biden döneminde “barış” kavramının medyada itibarsızlaştırılması, müzakere talebinin “teslimiyet” olarak sunulması ideolojik bir katılaşmayı hâkim kılmıştır. Barış diplomasisi özellikle ABD, AB ve NATO tarafından baştan beri zehirli hale getirilmiştir.
Rusya’nın avantajları
Aslında, şu anda Rusya’nın acilen bir müzakereye yanaşmaya pek ihtiyacı yok, çünkü askerî olarak üstün durumda ve sahada ilerliyor. Rus ordusu cephede inisiyatifi ele geçirmiş durumda, Ukrayna ordusunu sürekli geri püskürtüyor, doğu ve güneydeki bölgelerin büyük bir kısmını elinde tutuyor. Ukrayna ağır askerî baskı altında ve Ukrayna ordusunun kayıpları devasa boyutta: Ukrayna’nın tanınmış eski Başsavcısı Yuriy Lutsenko’ya göre[1], 500 bine kadar askerin ölmüş olabilme ihtimali var. Buna ilaveten toplu firarlar söz konusu, yani 100 binden fazla asker firar etmiş durumda, 60 binin üzerinde soruşturma yürütülmekte, bazı birlikler cephede emir komuta zincirine uymayarak pozisyonlarını terk ediyor. Ülkenin sokaklarında askerlik şubesinden ekiplerin askere gitmek istemeyenleri yakalarken uyguladığı zorbalıklar sürekli sosyal medya sayfalarında.[2] İnsanlar haklı olarak artık NATO, Ukrayna burjuvazisi ve oligarklar için canlarını vermek istemiyorlar. Rusya’nın mevcut pozisyonu ise hala sabit ve net: Askerî olarak ilerlemeye devam etmek, stratejik pozisyonları ele geçirmek ve ancak kendi toprak kazanımlarının tanınacağı bir barış anlaşması temelinde müzakereye oturmak.
Ukrayna’nın hali
Bütün bu ilişkilerde Ukrayna’nın ise artık ne bir karar alma ne de kendi başına müzakere etme gücü vardır. Ukrayna, tam anlamıyla dışa bağımlı – askeri ve mali olarak Batı’ya bağlı hale gelmiştir. Zelenski’nin “zafer planı” aslında çaresiz bir NATO’yu savaşa çekme girişimi olarak değerlendirilebilir. Ukrayna burada ABD’nin, AB’nin, NATO’nun gözünde, aynı göz hizasında olan bir aktör değil, artık sadece zombileşen bir devlettir. Trump bunu en geç Beyaz Saray’da Zelenski’ye yedirdiği azardan sonra dosta ve düşmana gayet güzel gösterdi. Geçmişte ABD’nin canavarlıklarını planlamış, yönetmiş olan Henry Kissinger’in şu cümlesi kulaklarımızda çınlasın: ABD’nin düşmanı olmak tehlikelidir, fakat ABD’nin dostu olmak öldürücüdür!
Zelenski’nin Trump tarafından azarlanıp aşağılandıktan sonra soluğu hemen Avrupa’da bulması, kendisine şimdilik göreceli kısa bir teselli ve garanti ortamı sundu. Trump’ın seçilmeden önce ve seçildikten sonra hem Ukrayna hem de NATO’nun geleceği ile ilgili olarak yaptığı açıklamalar, en geç Zelenski’nin yediği azardan sonra NATO güçleri arasındaki şaşkınlığı ve çaresizliği daha da belirginleştirmiştir. II. Büyük Paylaşım Savaşı’nın 1945’te bitmesinin ardından ezici gücünü ve hâkimiyetini kapitalist dünyanın diğer bütün emperyalistlerine tartışmasız bir şekilde kabul ettiren ABD’nin şu anda uyguladığı politika karşısında NATO güçlerinin içine düştüğü durum, kafası koparıldığı için her yöne koşan bir tavuğu andırıyor.
Gönüllüler Koalisyonu
Özellikle başını İngiliz, Fransız ve Alman hükümetlerinin çektiği “Gönüllüler Koalisyonu” ile Trump arasındaki mevcut stratejik farklılıklar NATO’yu, askeri-politik bir blok olarak hareket etme yeteneğini temelden sorgulatan yapısal bir krize sürüklemiş durumda. “Gönüllüler Koalisyonu” olarak adlandırılan şey, stratejik olarak iyi düşünülmüş bir projeden ziyade, panik içinde aceleyle bir araya getirilmiş bir acil çözüm olarak görünüyor.
Aslında daha çok çaresizliğin yarattığı bir şov koalisyonunu andıran bu yapılanma ile bu koalisyoncular;
- Trump’ın Ukrayna’dan çekilmesinin yaratacağı kontrol kaybını gizlemeyi,
- Kendini askeri bir yeteneği varmış gibi göstermeyi (oysaki bu neredeyse yok denecek kadar azdır),
- NATO dağılırken, sanki siyasi bir birliğin hâkim olduğunu lanse etmek istemektedir.
Bilindiği üzere bu “Gönüllüler Koalisyonu”, Trump ile Zelenski arasındaki anlaşmazlığın ardından, proaktif bir şekilde değil, dramatik bir kontrol kaybına tepki olarak ortaya çıktı. Kendisi tamamen yapısal bir plandan yoksun: Yetki yok, kuvvet yapısı yok, siyasi koordinasyon yok, uluslararası hukukta bir dayanak yok.
Başka göze çarpan bir nokta, üyeler arasında anlaşmazlık. Koalisyon sabit bir gruptan değil, farklı çıkarları takip eden, siyasi olarak istikrarsız hükümetlerin (İngiltere, Fransa, Almanya, Polonya) gevşek bir koleksiyonundan oluşuyor: Fransa diplomatik olarak arabuluculuk yapmak istiyor, İngiltere tırmanışa güveniyor, Almanya aslında hiç sorumluluk almak istemiyor, Polonya mümkün olduğunca çok ABD desteği istiyor ve AB komutasını reddediyor. Sonuçta bu bir koalisyon değil, belirsizliğe ve sembolik politikalara dayalı semptomatik bir çıkar ittifakıdır.
Askeri öz eksikliği olan bu koalisyon, askeri açıdan bile pek işlevsel değil. Askeri güç olarak Avrupa’daki hiçbir ordunun şu anda “güvenlik gücü” için önemli yedek kuvvetleri bulunmamakta. Lojistik açıdan, ekipman, malzeme ve ikmal güzergahlarında eksiklikler var.
Mutabakat konusunda, ne Ukrayna Parlamentosu ne de BM yetkisi böyle bir gücü meşru kılmaz. Koalisyon böylece içeriksiz ve boşuna gürültülü olarak kükreyen bir kağıt kaplan gibi görünüyor.
Bu koalisyon bir çözüm değil, siyasi bir bahanedir, Avrupa’nın yönünü kaybetmesinin sembolüdür. Burada görünen Avrupa hükümetlerinin yönelim bozukluğudur, stratejik derinliğin olmamasıdır ve Rusya ile gerçek bir barışı müzakere etme isteksizliğidir.
NATO neden artık bir blok olarak hareket edemiyor?
Sadece “Gönüllüler Koalisyonu” değil, NATO’da artık bir blok olarak hareket etme garantisini şimdilik kaybetmiş durumda. Zaten bundan dolayı çaresizlik içinde bu koalisyon acilen oluşturuverildi. Malum, “imam os…sa cemaat sı..r” imiş, bu yüzden şu sıralar NATO üyeleri sürekli altlarındaki bezi değiştirmek zorunda.
Bilindiği gibi, Trump NATO içinde mutabakat mekanizmasını engelliyor. Halbuki NATO, mutabakat ilkesiyle çalışır: Siyasi veya askeri bir kararda 32 üye ülkenin tümünün anlaşması gerekir. Trump, Ukrayna’ya tam destek, Rusya’ya yönelik yaptırımları sürdürmek, uzun vade de Rusya’yı Ukrayna’dan def etmek gibi NATO’nun temel hatlarına açıkça karşı çıkıyor. Mutabakat mekanizmalarındaki uyumsuzluklar sadece Trump’tan da kaynaklanmıyor. AB ülkeleri “bağımsız” ama parçalanmış bir şekilde silahlanmakta. Fransa, Almanya ve diğer AB ülkeleri, kendi silahlanma programlarını ASAP[3], EDIRPA[4] ve sözde “Gönüllüler Koalisyonu” ile NATO projeleri olarak değil, AB girişimleri olarak ilerletiyorlar. Bunun sonucu paralel komuta yapıları, silah geliştirmede rekabet, standardizasyon eksikliği. Örneğin Macron, NATO karargahından geri bildirim almadan kendi kafasına göre Avrupa barış gücü kurulmasını öneriyor. Polonya ise aynı zamanda ABD ile ikili işbirliğini tercih ettiğini duyuruyor. Yani şu anda NATO’da kim kime dumduma halleri hâkim.
Sonuçta NATO bölünmüş, zayıflamış ve giderek meşruiyetini yitirmiş durumda. Kendisi fiili olarak artık birleşik bir askeri blok değil, artan iç rekabet, farklılaşan çıkarlar ve siyasi erozyonun olduğu bir ittifaktır. Ukrayna’daki savaş bu bölünmeyi görünür hale getirdi ve hızlandırdı. AB, bu boşluğu “stratejik özerklikle” doldurmaya çalışıyor; ancak bunu dağınık, koordinesiz bir biçimde ve gerçek bir kapasiteye sahip olmadan yapıyor. Trump yönetimindeki ABD politikası, Batı’nın birliğini kasıtlı olarak baltalıyor. Bu yalnızca Batı’nın Trump’tan farklı çıkarlara sahip olmasından değil, aynı zamanda çok taraflı liderlik kavramını redetmesinden de kaynaklanmaktadır. NATO kendi birliğini ve meşruluğunu belki de çok yakın bir gelecekte Trump sayesinde tamamen çökertebilecek olan gelişmelere gebe durumda. Trump’ın NATO üyesi olan Danimarka’dan Grönland’ı kapma planları, bunun da ötesinde çok daha büyük bir NATO üyesi olan Kanada’ya karşı “senide yutarım ha” gibilerinden açıklamaları bunun açık belirtileri. Bütün bunlara ilaveten Trump’ın başlattığı gümrük-ticaret savaşı bu erozyonu hızlandıran ek bir faktör.
Özet
Ukrayna’da savaşın bir barış anlaşması ile ne zaman bitebileceği henüz belli değil. Gelebilecek olan barışın ne kadar barış olarak adlandırılabileceği ise elbette tartışma konusu olacaktır. Bu savaşın hemen durması elbette olumlu bir durum yaratacaktır, çünkü cephenin iki tarafında binlerce insanın emperyalist çıkarlar için harcanması ve can vermesi, yaşanan vahşetler ve tahripler duracaktır. Fakat buna karşılık devreye girecek olan dönemin adil bir barışı içermeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Çünkü Ukrayna’daki ganimetin büyük bir bölümünü ABD ve Rus emperyalizmi kendi arasında paylaşacaktır. Ukrayna halkları ve emekçi sınıflarına ise şimdiden zombileşmiş olan Ukrayna devleti sayesinde katmerleşmiş bir sömürü ve baskı sistemi geriye kalacaktır. Bu sistemin değişmemesi için ABD’li, Avrupalı, Rus ve diğer emperyalist güçler ellerinden geleni yapacaktır.
Dipnotlar:
[1] https://frontnews.eu/en/news/details/72423
[2] https://www.facebook.com/share/1BNF1VU76a/
[3] ASAP (Act in Support of Ammunition Production / Mühimmat Üretimini Destekleme Yasası) programı ile AB, başta Ukrayna için top mermileri olmak üzere Avrupa’da mühimmat üretimini arttırmayı hedefliyor. ASAP ile Avrupa’nın standart 155 mm kalibreli top mermisi üretim kapasitesinin 2025 yılına kadar iki milyona çıkarılması hedefleniyor. Komisyon, ilgili endüstriyel projeleri desteklemek üzere 500 milyon euro ayırmıştır. Seçilen projeler şimdi açıklandı. Görünüşe göre en büyük kazanan Almanya’nın savunma sanayii olurken, onu Norveç takip ediyor.
https://www.pivotarea.eu/2024/03/16/asap-mun-produktion-deutschlands-wehrindustrie-hauptprofiteur/
[4] Ukrayna’ya yapılan teslimatlar nedeniyle AB ülkelerinin mühimmatı tükenmekte ve acilen ikmal edilmesi gerekmektedir. Bunun için bir seçenek de “Avrupa Savunma Sanayisinin Ortak Tedarik Yoluyla Güçlendirilmesi Aracı” (EDIRPA / European Defence Industry Reinforcement Through Common Procurement Act). Temmuz 2022 tarihli ilk AB-Komisyon teklifine göre, stokları yenilemenin ve Ukrayna’ya tedariki sürdürmenin tek yolu bu.
https://defence-industry-space.ec.europa.eu/eu-defence-industry/edirpa-addressing-capability-gaps_en
(CO/VC)