Ticari çıkarlar bebekleri bile tüketiciye dönüştürürken halk sağlığı nasıl korunur?

Bilim insanları olarak toplum sağlığını korumak hem mesleki bir sorumluluk hem de etik bir zorunluluktur. Özellikle bebekler, çocuklar, kronik hastalar ve yaşlılar gibi kırılgan gruplar için doğru bilgiye erişim hayati önem taşır. Ancak ticari çıkarlar, halkın bilgiye ulaşma hakkının önüne geçtiğinde ve bilim insanlarının sesi kısıldığında, bu sorumluluğu yerine getirmek giderek zorlaşıyor. Ve o zorluk insanın kişisel hayatının başka alanlarına da yansıyor…
Üç yıldır, bitkisel preparatlar, bitkisel çaylar, polen ve polen içeren arı ürünlerinin sağlık üzerindeki potansiyel zararlarını ele alan bilimsel yazılarım nedeniyle hukuki bir mücadeleyle karşı karşıyayım. Oysa bilimsel veriler, bu tür ürünlerde bulunan pirolizidin alkaloitleri (PA’lar) gibi toksik maddelerin halk sağlığı açısından ciddi riskler taşıdığını göstermektedir. Özellikle bağışıklık sistemi henüz tam gelişmemiş bebekler, çocuklar, kronik hastalar ve yaşlılar için bu risk daha da büyüktür.
Pirolizidin alkaloitlerinin, çeşitli gıda ürünlerine, bitkisel preparatlara ve arı ürünlerine bulaşabiliyor olması, son yılların en önemli gıda güvenliği sorunlarından biridir. Halk sağlığını korumak yalnızca tıbbi bir gereklilik değil, aynı zamanda sağlık alanında çalışan her bilim insanının toplumsal sorumluluğudur. Halk sağlığı geniş bir disiplin ve gıda güvenliği de bu alanın önemli bir parçası.
Halkın sağlığını tehdit eden riskler hakkında doğru ve güvenilir bilgiler üretmek ve bu bilgileri kamuoyu ile paylaşmak, koruyucu sağlık çalışmalarının temel taşlarından biri.
Halk sağlığı, bilgilendirme yoluyla korunur ve bu süreçte bilim insanlarının özgürce konuşabilmesi hayati önem taşır.
Ne yazık ki, kamu sağlığını tehdit eden ürünler bilimsel denetime tabi olmadan kolayca erişilebilir hale gelirken, halkı bilgilendirme çabaları engelleniyor. Ancak mesele yalnızca bilim insanlarının susturulması değil, doğrudan halk sağlığının ve ifade özgürlüğünün tehlikeye atılması. Bilim insanlarının ifade özgürlüğünü, yalnızca akademik bir hak değil, toplum sağlığının korunması için de gerekli görmeliyiz. Sağlık, ticari pazarlık konusu olamaz; bilimin görevi ekonomik çıkarları değil, halkı doğru bilgiyle donatarak risklere karşı bilinçlendirmektir çünkü ve bu ancak ifade özgürlüğünün sağlanması ile mümkün.
Pazartesi ve Salı günü Bianet’te yazdığım yazıların bir devamı bu yazı.
Önceki yazıları okumadan da okunabilir. Bitkisel preparatlarda ve bitki çaylarında, kekikte ve kekikten elde edilen kekik suyu gibi ürünlerde ve bal ve polen gibi arı ürünlerinde bulanabilen toksik etkili pirolizidin alkaloitleri meselesini çeşitli açılardan ele alan yazıların üçüncüsü.
Bu yazıda son derece kontrolsüz ve agresif bir satış ve pazarlama ortamının PA’ları içerme ihtimali olan ürünlerin tüketilmesini teşvik ettiğini, firmaların riskli olabilecek ürünleri hangi söylemlerle pazarladığını, tüketicilerin nasıl yanıltıldığını, sadece yetişkinlerin değil bebek ve küçük çocukların sağlığı ile nasıl oynandığını anlatacağım.
Altı aylık bebelerin, anne karnındaki çocukların bile nasıl da birer tüketici olarak görüldüğünü göstereceğim.
Amacım bu tür ürünlerin yol açabileceği sağlık sorunları hakkında bilimsel verilere dayanarak halkı bilgilendirmek, sağlık risklerine dair farkındalık yaratmak ve denetimsizliğin doğurduğu tehlikelere dikkat çekmek.
Öncelikle ülkemizdeki çocuk nüfus nedir ona bakalım.

Bilim, karaciğer hastalarını korumuyorsa kimin için var?
Çocuklar: kırılganlık mı, fırsat penceresi mi?
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2023 yıl sonu itibarıyla, Türkiye nüfusu 85 milyon 372 bin 377 kişi iken bunun 22 milyon 206 bin 34'ünü çocuklar oluşturuyor. Çocuk nüfus yaş grubuna göre incelendiğinde, 0-4 yaş grubundaki çocuk sayısının 5 milyon 351 bin civarında olduğu. 5-9 ve 10-14 yaş grubundaki toplam çocuk sayısının ise yaklaşık 13 milyon olduğu görülüyor.
Doğum istatistiklerine göre de her yıl yaklaşık bir milyon doğum gerçekleşiyor.
0-14 yaş grubunda yaklaşık 19 milyona yakın çocuk olduğu söylenebilir. Muazzam bir sayı bu.
Sağlıklı bir hayat sürdürmek herkesin hakkı. Bu hakkı herkese sağlamanın en önemli, en başta gelen yolu ise 0-14 yaş grubunda yer alan çocukların üzerine titremek, onları sağlıklarını bozan her türlü etkenden olabildiğince koruyabilmekten geçiyor. Bu etkenler aile içi şiddet, yoksulluk, istismar olabildiği gibi toksik kimyasallara maruz kaldıkları bir çevrede büyümek de olabiliyor.
Çevre bedenimiz dışında kalan her şeydir. Bizi saran aile ortamındaki şiddet de soluduğumuz hava ve yediğimiz yiyecekler de o çevrenin bir parçası.
0-14 yaş aralığında sağlıklı bir çevrede büyümek çocukların bütün bir ömrüne damga vurur. Ne kadar sağlıklı bir ömür geçirileceği, bazı kronik ya da tehlikeli hastalıklara yakalanıp yakalanmayacağımız, akademik başarımız ve edineceğimiz mesleki beceriler üzerinde en belirleyici olan dönem 0-14 yaş aralığıdır.
Bu dönem kırılganlık penceresi olarak niteleniyor ve kırılganlık yaş düştükçe artıyor.
Kırılganlık penceresi derken kastedilen şey ise şu: 0-14 yaş aralığında çocuklar sağlıklarını olumsuz etkileyen etkenlere ne kadar çok maruz kalırsa fiziksel ve zihinsel gelişimlerinde, bilişsel yetilerinde de o ölçüde gerileme, donma olur. Örneğin bu yaş aralığında toksik kimyasal maddelere maruz kalmak fiziksel ve zihinsel gelişimde, üreme sağlığında, hormonal sistemde ciddi sorunlara yol açabiliyor ve bu sorunlar bütün bir ömre yayılabiliyor.

Bilim, çocukları korumuyorsa kimin için var?
Ama karamsar olmayalım, bu dönem aynı zamanda bir fırsat penceresi olarak da niteleniyor.
Çocuklara sağlıklı bir çevre, yeterli/dengeli bir beslenme ve nitelikli bir eğitim sunmak toplumsal refahta ciddi sıçrama yaratacağımız anlamına gelir ve bu yaş aralığının bir fırsat penceresi olarak görülmesi de bu yüzdendir. Örneğin çocuklara ücretsiz okul yemeği sunmak, toksik kimyasallara maruz kalmalarını azaltan-önleyen kamusal politikalar geliştirmek toplumsal refahta ciddi bir sıçrama sağlar.
Bir toplumun kalkınması ekonomik becerilerinden ziyade çocuklara nasıl davrandığıyla, onlara nasıl bir hayat sunduğuyla çok daha yakından bağlantılıdır.
Peki neden?
Çocuklar, toksik kimyasallara karşı yetişkinlere kıyasla çok daha hassastır çünkü organları henüz gelişimini tamamlamamış, metabolizmaları daha hızlı ve toksik maddelere maruziyet oranları da daha yüksektir.
Solunum, su tüketimi ve beslenme yoluyla daha fazla toksik madde alırken, davranışsal olarak da her şeyi ağızlarına götürme eğilimleri sağlık risklerini arttırır. Kurşun ve cıva gibi ağır metaller bilişsel gelişimi olumsuz etkilerken, pestisitler ve endüstriyel kimyasallar bağışıklık sistemini zayıflatabilir, hormonal sistemi bozabilir ve kanser riskini artırabilir. Plastikler ve hava kirliliği gibi yaygın kirleticiler de solunum yolu hastalıklarından hormon dengesizliklerine kadar pek çok sağlık sorununa yol açabilir.
Bütün bu nedenlerle çocukların toksik maddelere maruziyetini en aza indirmek için gıda güvenliği, temiz hava ve su sağlanması, giysiler, oyuncaklar ve günlük kullanılan ürünlerin denetlenmesi kritik önem taşır.
Çocuklara toksik madde yükünden bütünüyle arındırılmış bir çevre ortamı sağlamak günümüz şartlarında çok da olanaklı görünmüyor. Bu nedenle de bilimsel literatürdeki tartışmalar çocukların toksik kimyasal maddelere maruz kalmasını olabildiğince azaltmayı/önlemeyi ilke edinmiştir. Ne kadar az o kadar iyi.
Bu bağlamda, çocukların toksik kimyasallara maruziyetini en aza indirmeyi ilke edinen bir bakış açısı, maruziyete neden olan veya olası risk taşıyan tüm toksik maddeleri göz önünde bulundurmayı ve koruyucu-önleyici tedbirler almayı gerektirir. Bu doğrultuda, bireyler, ebeveynler ve yetişkinler olarak bizlere sorumluluk, kamusal alanı düzenlemekle yükümlü kurumlara da büyük bir görev düşer.
Bu bakış açısına göre, hava kirliliğinin azaltılması ve gıdalardaki pestisit kalıntılarının ortadan kaldırılması çocuk sağlığını korumak açısından ne kadar önemliyse, bitkisel preparatlar, bitki çayları ve polen gibi arı ürünlerinde bulunabilen pirolizidin alkaloitlerine karşı çocukları korumak da aynı derecede hayati öneme sahiptir. Bitkisel ve doğal olarak nitelenen ürünlerin sağlıklı olduğuna dair yaygın inanç nedeniyle belki de daha önemli.
Peki bu konuda ülkemizdeki durum ne?
Ülkemizdeki hukuki mevzuat 0-4 yaş aralığındaki çocuklara bitkisel takviyeler, gıda takviyeleri ve arı ürünlerinin satışını bazı kurallara tabi kılıyor.
30 Haziran 2022 tarihinden beri Tarım ve Orman Bakanlığının internet sitesinde öylece yasalaşmayı bekleyen ama bir türlü çıkarılmayan Takviye Edici Gıdalar Yönetmeliği’nin 5. Maddesinin 12. Fıkrasına göre,
2 yaşın altındaki bebek ve küçük çocuklar için takviye edici gıda üretilemez, onay düzenlenmez ve piyasaya arz edilemez. Takviye gıda deyince, bitkisel çaylar, bitkisel preparatlar, polen, propolis, arı sütü gibi ürünlerin tamamı, vitamin ve mineral takviyeleri vb. bu kategoriye giriyor.
Anne karnında başlayan ve 2 yaş sonuna kadar uzanan dönem gelişim açısından en kritik, en kırılgan dönemdir. Yönetmelik taslağında yer alan bu hüküm doğru ve gerekli bir hükümdür.
Piyasa nasıl kontrol ediliyor ya da ediliyor mu?
Bakanlık takviye gıdalarla ilgili piyasayı 2013 yılına ait kapsamı dar bir yönetmelikle kontrol ediyor ve gerekli düzenlemeleri yapıyor. Elde mevcut, hazırlanmış ve 3 yıl önce görüşe açılmış, görüş alma süreci tamamlanmış çıkarılmayı bekleyen bir taslak varken neden bunu yapıyor bilmiyorum. Hukukçu arkadaşların daha iyi bildiği gibi bir alana yönetmelikle düzenleme getirmek çok daha bağlayıcı ve etkilidir..
2013 yönetmeliğindeki kapsam darlığına bakanlığın getirdiği kısmi çözüm ise uygulama esaslarını düzenleyecek bir bakanlık talimatı çıkarmak olmuş. Talimatla yapılan düenlemelerin yönetmeliğe kıyasla çok daha etkisiz ya da gevşek olduğu dikkate alınmalı.
Bu talimatın 39. Maddesi, “2-4/3-4 yaş grubu çocuklar için arı sütü, arı poleni, perga, apilarnil ve propolis içeren takviye edici gıdalara onay düzenlenmez” diyor.
Onay verilmeyen bir ürünün üretiminin ve satışının da yasak olması ayrıca satışı kolaylaştıran ya da teşvik eden her türlü söylemin de yasak olması gerekir. Ancak taslakta yer alan ve 0-2 yaş aralığını kapsayan düzenleyici hüküm 2013 tarihli yönetmelikte ve çıkarılan bakanlık talimatında yer almıyor. Belki de 2-4 yaş grubunun tüketimi için onay verilmeyen ürünlerin onlardan daha hassas olan 0-2 yaş aralığı için de zaten yasak olacağı düşünüldü, bilemiyorum.
Peki bu durumda internet satış sitelerinde 0-4 yaş aralığındaki bebeklere ve çocuklara yönelik ve doğrudan üretici firmalar tarafından yapılan “her gün şu kadar kaşık ya da şu kadar damla tüketebilirsiniz” ya da “şu ya da bu gıdaya katarak tüketebilirsiniz” ya da “sabah akşam şu kadar tüketebilirsiniz” gibi problemli öneriler ne oluyor?
Bu önerilere firmaların resmi sitelerinde de, internet satış sitelerinde yaygın bir şekilde rastlamak mümkün. Hamilelere, 6 aylık, 8 aylık, bir yaşında bebelere, küçük çocuklara yönelik tüketim önerilerine hemen her internet satış sitesinde rastlamak mümkün.
Bir tek anne karnındaki bebelerin, yeni doğanların tüketici kılınmadığı kalmıştı. Yazık…
Aşağıda 2 yaşından küçük çocuklara polen tüketimini salık veren bir görsel var. Bu tip görselleri çeşitli internet satış sitelerinde görmek mümkün.
Aşağıdaki görsel yine bir internet satış sitesinden ve propolis ürününe ait.
Aslında genel bir kural olarak bir yaşın altındaki çocuklara asla arı ürünleri verilmemelidir.
2 yaş altındaki çocuklara ise arı ürünlerinden müteşekkil gıda takviyelerinin üretimi ve kullanımı için bakanlık onayı verilmediğini tekrar hatırlatayım.
Pek, bu tavsiyeler bu kadar ulu orta nasıl yapılıyor, burada çocukların sağlığını tehlikeye atan bir suç söz konusu değil mi?
Bitkisel çaylar da pirolizidin alkaloitlerini içerebiliyor. Örneğin anason, melisa, papatya, kekik, nane, limon, mine çiçeği (kurutulmuş ürün) ve sadece kurutulmuş bitkilerden oluşan karışımların bitkisel infüzyonlarının pirolizidin alkaloitlerini bulundurabileceğini, bu tip ürünlerin tüketiminde ölçülü olmak gerektiği, düzenli ve aşırı tüketiminden kaçınmak gerektiği çok sayıda yayında belirtiliyor. Aşağıda ise yine bir internet satış sitesinde, 6 yaşında çocuğa kekik suyu tüketim tavsiyesi veren bir görsel yer alıyor.
Bu tip örneklerin, kullanım tavsiyelerinin nadir olmadığını belirtmeliyim.
Avrupa Birliği kayıtlarına göre Türkiye’den ihraç edilen tarım ürünlerinde yapılan analizlerde, pirolizidin alkaloitleri tespit edildiği için geri çevrilen ürünlerin başında kekiğin geldiğini de belirteyim.
Aaa! Ne yapacağız kekikte mi yiyemeyeceğiz? diye soracak olanlara şu yanıtı vereyim: Öncelikle bu soruyu soran kişi karşımda ya da yanımdaysa elime bir sopa alıp kovalayasım geliyor. Bu sorunun yanıtı çözümsüz değil çünkü.
Çeşitli ülkeler bu sorunu nasıl çözdüyse bizde onu yapacağız örneğin. Önümüze gelen her bitkiyi kekik diye toplamayacağız, kekik bitkisini pirolizidin alkaloitleri bulaştırmadan üretecek ve hasat edeceğiz. İnternet ortamında, satış sitelerinde kekik suyu vb ürünlerin kontrolsüz satışına da bakanlık izin vermeyecek; elbette bunu diğer ürünler için de yapacağız...
Bu sorunlar çözümsüz sorunlar değil değerli okurlar, iyi tarım uygulamalarının desteklenmesi, iyi işleyen bir kontrol-denetim sistemi, pirolizidin alkaloitlerinin bulaşını önlemekte zorlandığımız polen ve polenden mamul ürünlerin piyasaya sunulmadan önce mutlaka analiz edilmesi ve uygun çıkan ürünlerin piyasaya sunulması gibi çok çeşitli önlemler alınabilir.
Dün yazdığım yazıda Almanya’nın bu sorunun çözümüne yönelik çalışmalarda geçtiğimiz on yıl içinde epeyce yol katettiğinden söz etmiştim.
Biz neden yapamayalım?
Halk sağlığını korumaya, gıda güvenliğini sağlamaya yönelik teknik ve uygulamalar arada nüanslar olsa da her ülkede aynı şekilde işler. Farkı yaratan siyasal sistemdir ya da ülkede mevcut rejimdir; elbette en önemlisi yurttaşların hayatına sahip çıkması; politik bir yurttaş olmaktan vaz geçmemesidir.
Bu etik tavrı da çocuklara borçluyuz…
(BŞ/Mİ)
Bilim, karaciğer hastalarını korumuyorsa kimin için var?

Bilim, çocukları korumuyorsa kimin için var?

ABD tamamen yasakladı, Türkiye'de her yerde var

Yıkımdan umut çıkarmak ya da olumsuzlukların güzellikleri

Türkiye, Okul Yemekleri Koalisyonuna üye olsun, çocuklar aç kalmasın
