Güç, arzu ve iktidarın kırılgan dengesi: Babygirl

Ne güç tek başına yeterlidir ne arzu tek başına anlamlıdır ne de iktidar bunları dengeleyebilir. Cesur ve adil olmayı bu denkleme eklemezsek, çoğu şey arzunun tutsağı haline gelir. Arzularına esir düşen biri ise hangi açıdan bakılırsa bakılsın, sonunda kaçınılmaz bir huzursuzluk içinde bulur kendini. Bu huzursuzluğu ortadan kaldırmanın en güçlü yolu cesur ve adil olmaktan geçer.
Kanımca gerçek güç, bireyin toplumsal normlar, sorumluluklar ve güç ilişkileri bağlamında kendini değerlendirebilmesidir. Kişi, sorumluluklarına karşı hesap verebilir olmalı ve duygularını, isteklerini yalan söyleme gereği duymadan ifade edebilmelidir. Bunu yaparken yapısal eşitsizlikler ile bireysel eylemler arasındaki ilişkiyi göz önünde bulundurmalıdır. Babygirl (2024) filminde, arzularını dinleyen güçlü ve iktidar sahibi Romy, tam da bu tanıma uygun bir dönüşüm yaşar. Yaşadığı içsel çatışmalardan ve içinde bulunduğu koşulların kurduğu baskıdan cesur ve dürüst davranarak kurtuluyor sonunda. Bunları yaparak güçlü bir kadın profili çiziyor.
Romy
Babygirl, Halina Reijn’in yazıp yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği bir Amerikan erotik gerilim filmidir. Filmde baş karakter Romy Mathis (Nicola Kidman) başarılı ve güçlü bir CEO’dur. Kariyerinde zirvede olsa da evliliğinde sorunlar yaşamaktadır. Dışarıdan kusursuz görünen hayatı, içsel olarak çatışmalarla doludur. Hikâyenin başında Romy, içinde bulunduğu ahlaki yapının ve elindeki gücün baskısı altında arzularını ve isteklerini yaşamakta zorluk çeker. Romy’nin bireysel başarısının temsili olan güç yani sahip olduğu iktidar ve onun isteği dışında var olan ahlaki yapı onu özneleştirir. Özneleşme, bireyin içinde bulunduğu toplumsal yapı ve iktidar ilişkileri tarafından şekillendirilip belirli bir konuma yerleştirilme sürecidir. Bu süreç sadece merkezi otoriteler tarafından değil, aile, eğitim, hukuk, medya, dil ve kültürel pratikler gibi birçok toplumsal mekanizma tarafından da yönlendirilir. Birey, bu yapıların etkisiyle belirli normlar, değerler ve kurallar çerçevesinde bir özne olarak biçimlendirilir.
Burada iktidar, sadece merkezi otoritenin baskıcı veya yönlendirici gücü değil, aynı zamanda toplumsal ilişkileri düzenleyen, bireylerin eylemlerini sınırlandıran veya yönlendiren kurallar, normlar ve pratikler bütünüdür. Michel Foucault'nun da vurguladığı gibi, iktidar her zaman merkezi bir otoriteden gelmez; aksine, bireyler arası ilişkileri saran, gündelik yaşamın her alanında kendini hissettiren ve bireyin kendilik algısını şekillendiren bir süreçtir.
Bu bağlamda özneleşme, bireyin topluma sadece uyum sağlaması değil, aynı zamanda kendini belli bir kimlik içinde tanımlayarak toplumun bir parçası haline gelmesidir. Bu süreç kesin ve değişmez değildir; bireyler, toplumsal ilişkiler içinde özneleşirken mevcut yapıya karşı çıkabilir, sınırlarını zorlayabilir ve yeni kimlikler oluşturabilir. Dolayısıyla özneleşme, toplumsal yapının bireyi şekillendirmesi kadar bireyin de bu yapıya verdiği tepkileri içeren çift yönlü bir süreçtir.
Jacob ve Samuel
Manhattan'da bir robotik şirketinin CEO’su olan Romy, prestijli kariyeri ve Jacob Mathis (Antonio Banderas) ile uzun yıllardır süren evliliği sayesinde toplumda saygın bir aile imajına sahiptir, bu da onun özneleşme sürecinin bir parçasıdır. Romy’nin aile hayatı göründüğü kadar mükemmel değildir. Jacob ile olan evliliği tutkudan uzaklaşmış, monoton bir hale gelmiştir. Kariyerine odaklanan Romy, evliliğindeki eksiklikleri ve içsel tatminsizliğini fark etmeye başlar. Bu duygusal boşluk, genç stajyeri Samuel (Harris Dickinson) ile kurduğu ilişkiye yönelmesine neden olur. Film, Romy’nin aile hayatı ile gizli tutkusu arasında sıkışıp kalmasını, gücün ve arzunun nasıl çarpıştığını derinlemesine işler.
İktidar, bireyi belirli normlarla şekillendirerek toplumda kabul gören bir kimlik oluşturur. Bu normlar, bireyin davranışlarından düşünce biçimlerine, toplumsal rollerinden kimlik oluşumuna kadar geniş bir yelpazede belirleyici bir işlev görür. Foucault’nun biyopolitika ve disiplin toplumu kavramları çerçevesinde düşünüldüğünde, iktidar yalnızca yasal yaptırımlarla değil, aynı zamanda bireylerin kendilerini belirlenen normlar doğrultusunda denetlemelerini sağlayan mikro düzeydeki mekanizmalarla da işler.
Babygirl filminde iktidar, sadece iş dünyasında değil, kişisel ilişkilerde de bir güç ve zayıflık kaynağı haline geliyor. Romy’nin Samuel ile ilişkisi yalnızca fiziksel çekimden ibaret değildir; aynı zamanda bir güç dinamiği oyununa da dönüşür. Samuel üzerindeki etkisi, Romy’ye kaybettiğini düşündüğü tutkuyu ve kontrolü geri kazanma hissi verir. Ancak film ilerledikçe bu iktidar dengesi değişmeye başlar. Romy, başlangıçta kendisinin yönettiğini düşündüğü bu ilişki içinde aslında arzularının ve duygularının esiri olduğunu fark eder.
Normlar
Romy’nin yaşadıklarına benzer durumlarda, normlara uymayan bireyler dışlanır, damgalanır veya marjinalize edilir. Toplum, hukuki yaptırımlar, psikolojik baskı ve etiketleme gibi yollarla bireyleri normlara uymaya zorlar. Erving Goffman’ın "damgalanma" kavramı, bu tür dışlama süreçlerinin birey üzerindeki etkilerini anlamak açısından önemli bir çerçeve sunar. Toplum tarafından “anormal” ya da “sapkın” olarak etiketlenen bireyler, farklı düzeylerde ayrımcılığa uğrar ve toplumsal hayata tam katılım sağlayamaz
Romy, sahip olduğu gücü toplumsal normlar ve iktidar ilişkileri çerçevesinde dengeleyerek, marjinalleşme ve damgalanmanın önüne geçmeye çalışır. Bireyin toplumdaki yeri, yalnızca kendi iradesine değil, onu çevreleyen güç ilişkilerine de bağlıdır. Bu bağlamda Romy, arzusunun nedenlerini dürüst bir şekilde açıklayarak sorumlu kişilerle yüzleşir ve bunu yaparken de toplumsal ahlakın ona çizdiği sınırların dışına çıkarak özgür bir alan yaratır. Bu süreç, bireyin sadece pasif bir özne olmadığını, aynı zamanda toplumsal yapıyı değiştirebilecek eylemler yapabileceğini gösterir.
Buna karşın, normlara uyum gösteren bireyler hem maddi hem de sembolik ödüllerle desteklenerek iktidarın belirlediği düzeni içselleştirmeye teşvik edilir. Pierre Bourdieu’nün habitus kavramı, bireylerin erken yaşlardan itibaren belirli normlar ve pratikler aracılığıyla şekillendirildiğini ve bu normları doğal kabul etmeye başladığını açıklar. Böylece, iktidarın belirlediği sınırlar içinde kalan bireyler, sosyal kabul görerek çeşitli avantajlara sahip olurken, bu sınırları ihlal edenler ise ya disipline edilir ya da toplumdan dışlanarak baskı altına alınır.
Boyun eğen özne
Romy, toplumun ona dayattığı uysal ve itaatkâr özne rolünü reddederek, kendisine biçilen sosyal maskeyi (persona) yıkmaktadır. Başlangıçta bu dönüşümü gizli bir şekilde gerçekleştirse de sonunda arzularını açıkça savunarak ve sorumluluklarını üstlenerek toplumsal baskıya karşı durur. Yalan söylemeyi bir strateji olarak benimsemek yerine, mevcut erkek egemen hegemonik yapıyı esnetip dönüştürerek kendisi için özgür bir alan yaratır. Bu süreç, bireyin yalnızca mevcut iktidar ilişkilerine boyun eğen edilgen bir özne olmadığını, aynı zamanda bu yapıları sorgulayıp yeniden şekillendirebilen bir aktör olduğunu gösterir. Gerçek güç, hegemonik baskılar altında bile bireyin kendi varoluşunu özgürce inşa edebilmesi ve saklama gereği duymadan kendine ait bir alan yaratabilmesidir
Sonuç olarak, iktidar sadece baskı kuran bir mekanizma değil, aynı zamanda bireyleri şekillendiren ve kendini sürekli yenileyen bir sistemdir. Bu sistem hem kurumlar hem de günlük yaşamın içindeki küçük iktidar ilişkileriyle bireyleri denetler ve toplumun mevcut düzenini sürdürmesine hizmet eder. Bu süreç, Michel Foucault’nun özneleşme ve iktidarın mikro düzeyde işlemesi kavramlarıyla açıklanabilir; zira iktidar, doğrudan baskı mekanizmalarıyla değil, bireyin bilinç ve kimliğini şekillendiren söylemler, kurumlar ve pratikler aracılığıyla işler.
Romy’nin eşi Jakob, tam da bu tanıma uygun, iktidar ilişkilerinin ve normların temsilcisi olarak muhafazakâr bir rol üstlenir. O, toplumsal yapının belirlediği kuralları sürdürür ve bu kuralların işlerliğini sağlar. Ancak, bu süreçte Romy, özgür iradesiyle ve toplumsal yapıyı sorgulayarak arzularını belirler ve mevcut iktidar ilişkilerinin sınırlarını aşmaya çalışır. Bu durum, bireyin toplumsal yapıyı hem şekillendiren hem de ona karşı duran bir aktör olarak nasıl hareket edebileceğini gösterir.
Günümüz feminist düşünürlerinden Judith Butler, bu durumu destekler nitelikte, bireylerin toplumsal ve hukuki baskılar karşısında kendi özerkliklerini koruması gerektiğini savunur. Butler’a göre bireylerin tavrı ne evliliği tamamen reddetmek ne de onu sorgusuz kabul etmek olmalıdır. Bunun yerine evliliğin toplumsal ve siyasal bir kurum olarak nasıl işlediğini anlamak, alternatif yaşam biçimlerini keşfetmek ve iktidarın belirli ilişki türlerine neden ayrıcalık tanıdIğını sorgulamak daha önemli bir yaklaşımdır.
Kırılganlık
Romy, Jacob ile yüzleştiğinde, Jacob'un tepkisi onun sorgulama sürecine net bir cevaptır. Jacob’un yorumu, toplumsal düzenin korunması için kabul edilen normların bir ifadesidir. Ancak Romy, tam da Butler’ın dediğine uygun, toplumsal yapı tarafından dayatılan normlardan saparak kişisel yenilenme sürecine girer. Bu aynı zamanda, bireylerin toplumsal rollerini aşarak yeni bir iyileşme ve dönüşüm sürecine girmeleri için gerekli zemin oluşturur. Romy’nin bu tutumu, toplumsal yapıyı sorgulamanın ve bireysel özgürlüğü yeniden inşa etmenin bir yolu olarak düşünülebilir.
Pierre Bourdieu’nün habitus kavramı bu durumu daha iyi anlamamızı sağlar: Bireyler, içinde doğdukları toplumsal yapının normlarını ve değerlerini erken yaşlardan itibaren içselleştirerek, bunları doğal ve değişmez gerçeklikler olarak algılarlar. Böylece iktidarın ürettiği arzular, bireylerin kendi özgür iradeleriyle şekillendirdiği tercihler gibi görünür ve toplumsal düzenin yeniden üretilmesi bireylerin aktif katılımıyla sağlanır.
Romy, arzularını gerekçeleriyle ifade ettiğinde, iktidarı temsil eden Jacob (Banderes) toplumsal normlara dayalı kurallarını dayatmaya çalışır; bu durum, onun içsel kırılganlık yaşamasına, duygusal olarak zorlanmasına, kontrolünü kaybetmesine ve nihayetinde gülünç görünmesine neden olur. İktidar, sadece toplumu şekillendirmekle kalmaz, aynı zamanda bireylere bu yapıya uygun düşünme biçimlerini, bilgiyi, varsayımları ve ahlaki normları benimsetmeye çalışır. İktidarın devamlılığı, bireylerin toplumsal düzene uygun şekilde düşünmesi ve davranmasıyla sağlanır. Bu durum, toplumsal yapının bireyler üzerindeki etkisini ve bu yapının güç ilişkilerini nasıl pekiştirdiğini veya kırılgan hale getirdiğini gösterir.
Sonuç
Babygirl, gücün sabit ve mutlak bir olgu olmadığını, aksine toplumsal ilişkiler içinde sürekli dönüşen ve yeniden üretilen bir dinamik olduğunu ortaya koyar. Hikâyenin başında güçlü bir kadın olarak seyircinin karşısına çıkan Romy, zamanla arzu ile iktidar arasındaki karmaşık ilişkiyi deneyimler. Deneyimlerinden yola çıkarak cesur ve dürüst bir tavır sergiler. Bu tavır da onu baskılayan iktidarı, toplumsal ahlakı dönüştürür ve onun arzularına özgür bir alan yaratır.
Kaynaklar:
1. Damga: Kusurlu Kimliğin Yönetimi Üzerine Notlar, 1963. Erving Goffman.
2. Öznenin Yorumbilgisi, 1981-1982 dersleri, Öznenin ve Başkalarının Yönetimi, 1982-1983 dersleri, Cinselliğin Tarihi, serisinin özellikle 3. cildi Le souci de soi (Kendini Bilmek / Kendilik Kaygısı, 1984), Michel Foucault.
3. Pratik Teorisine Bir Taslak, 1972, Pratik Duygu, 1980, Ayrım: Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi, 1979, Pierre Bourdieu.
(SÇ/TY)