Gross

“Çocukken, kâğıttan en çok ne yaptın?” diye sorulduğunda, hiç tereddüt etmeden “Gemi” derim. Evet, ben de karasal çocuklar gibi kâğıttan en çok gemi yaptım.
Denizi olmayan köyümde yaptığım bu kâğıttan gemiler, hayal gücümün sarkıtlarıydı. O gemileri, sadece kâğıttan değil, özlemden, meraktan ve keşfetme arzumdan yapardım. Küçük Prens’deki tilkinin dediği gibi, “Gözlerin göremediği şeyleri görmek için kalp gerekir.” Benim kâğıttan gemilerim de gözle görülmeyen denizlerde yüzer, olmayan rüzgârlarla yol alırdı. O gemileri su birikintilerine bıraktığımda, aslında kendi içimdeki okyanuslara yelken açardım. Belki de denizi hiç görmemiş çocuklar gibi, kendi gemimle özgürlüğü arardım. Bu yüzden o gemiler, özgürlük arayışımın simgeleriydi.
Kâğıttan gemilerim, bazen de olduğu yerde suya batar, kaybolur ya da su birikintisinin kenarına vurur, ıslanır, dağılırdı. Ama o gemilerin kayboluşu, benim için asla bir son değildi. Tıpkı Marlow’un Kongo Nehri’nde kayboluşu gibi, her kayboluş, yeni bir keşfin başlangıcıydı. “Kaybolmak, bazen kendini bulmaktır.”
Kâğıttan gemilerim de kaybolurken, aslında bana kendi içimdeki maceracı ruhu hatırlatırdı. Onlar su birikintilerinde yüzerken, büyük denizlerde nasıl yol alacağımı öğretirdi. Her katlanış, bir ders; her bırakılış, bir umuttu.
Şimdi büyüdüm mü desem kocadım mı bilemedim! Fakat hâlâ o kâğıttan gemilerden birkaç tanesi içimdeki ummanda yüzüyor. Belki de onlar, çocukluğumun en saf hayallerini taşıyor.
Tutku mu yoksa ısrar mı, ancak psikoloğum buna açıklık getirebilir. Fakat dostlukları da nedense en çok gemilere benzetirim ve limanlar da hayallere. Farklı ama güç yolların kesiştiği noktada, duygudaşlık kurar, aynı amaçların etrafında kenetleniriz. “Gerçek dostluk, fırtınada belli olur” Bu yüzden her dostluk, tıpkı bir gemi gibi, fırtınaya hazır olmalıdır.
Kimi yüz metre kimi dört yüz metre uzunluğunda, kimi bir sokak kimi bir mahalle kadar geniştir groslar. Gururludur ve heybetlidir; hayatımızın sularında yüzen, kendinden emin, kaburgası kalın, sebatkâr ve mağrur dostlarımız gibi. Puslu havalarda sağımızda, solumuzda, arkamızda, önümüzde oldular; asil, fehametle, minnetsiz vakur duruşlarıyla dostlarımız.
Nâzım Hikmet, “Dostluk, birbirinin yükünü paylaşmaktır” der ve bu yük, bazen bir kâğıttan gemi kadar hafif bazen de bir gros kadar ağır olabilir. İnce Memed de, “Dostluk, dağlar kadar yüce, denizler kadar derindir” demiştir. Bu yüzdendir ki büyük ustanın romanlarında doğa, insan ve dostluk iç içe geçer; tıpkı su birikintilerinde yüzerken, kâğıttan gemilerin bize hissettirdiği gibi, dostluk da hayatın engin sularında bizi ayakta tutar.
Mevzu edebiyat ve dostluksa eğer; karasal iklimlerde yaşamış fakat şiirlerinde en fazla ‘Mavi’ yi kullanan Usta Şair Ahmed Arif’ten “Dostuna yarasını gösterir gibi” bahsetmeden geçmek yakışık durmazdı. Onun dizeleri, dostluğun sessiz, asil, vakur ve güçlü varlığını hatırlatır bize.
Dostluk, yüreklerin birbirine dokunmasıdır. Bu dokunuş, bazen bir kâğıttan gemi kadar zayıf başlar ve bir gross kadar güçlü devam eder.
“Dostluk, bir dağın eteklerinde başlar, gökyüzüne kadar yükselir.” Bu yükselişte yeni maceralara açılırken ve hayatın fırtınalarına karşı koyarken; manası, gayesi, hayalleri, onuru ve ütopyası olan insanların hayatınızdan hiç eksik olmaması dileğiyle, nice dostluklara…
(YSE)