‘Bilgi’ hafriyatçılığı ya da yapay zekâ

Hemen herkesin yapay zekâ hakkında bir görüşü ve onu tanımlama girişimi var. Fakat yanıtlamamız gereken ve birbirini izleyen iki önemli soru karşımızda duruyor: Yapay zekâ hakkında ne biliyoruz ve onunla ne yapmak istiyoruz? Bunlar, bizi bilimsel ve teknolojik sorunların yanı sıra felsefi problemlerle yüzleştiriyor.
Karşılaştığımız bir diğer sorun, yapay zekâ hakkında hızla karar vermemiz; bu çoğunlukla olumlu görüşlerle şekilleniyor. Neoliberal kapitalizmin en yeni oyuncağı ve tüketim nesnesi hâline gelen, doğal (organik) yerine sunî (inorganik) olanı geçirme yolunda önemli bir eşiğe dönüşen yapay zekâ; kimileri için teknolojik ya da dijital “devrimin” günümüzdeki taşıyıcısı kimileri için ciddi kuşku yaratan yüzeysel, akılsız ve ahlak-dışı bir makine.
Yapay zekâya dair bir başka tartışmanın özünde politika ve ekonomi yer alıyor; onun maliyetleri düşürecek, sıradan ve zor işleri hâl yoluna koyacak bir işçi olup olmadığı soruluyor. Yapay zekâların kendi arasında ve kendi dillerinde “iletişime” geçmeye başladığı günümüzde bu sorulara verilecek yanıtlar daha da önem kazandı.
Bilim felsefecisi Matteo Pasquinelli, Patronun Gözü’nde sosyal hayatımız içindeki yerini incelediği yapay zekânın, emeği ve toplumsal ilişkileri taklit ederek yol aldığını, “bilgi” hafriyatçılığına soyunduğunu ve doğal zekâyı örseleme ihtimali doğurduğunu söylüyor.
‘Vekil insanlık’
Dijital alan genişledikçe hem doğal zekâ hem de çalışkan, yaratıcı ve üretici el önemsizleştiriliyor. Başka bir deyişle sanal olan, gerçeğe yeğ tutuluyor. Pasquinelli, bu durumdan hareketle “Emek, kurallar ve otomasyon (yani yeni teknolojiler) arasında nasıl bir ilişki var?” diye sorarak yapay zekâ ile toplumsal yaşam bağlantısını anlamaya uğraşıyor.
Algoritmalarla, verilerle ve bunlara uygun olarak geliştirilen teknolojilerle şekillendirilen yaşamımızda yapay zekâ, bir anlamda zamanın ruhunu yansıtıyor. Bakımını üstlenecek ve onu geliştirecek işçilere her zaman ihtiyaç duyacak bu teknolojinin özüne dair küçük bir hatırlatma yapıyor yazar: “Tarihsel olarak görünmez emekleriyle evrensel özgür ve özerk (beyaz) özne idealini mümkün kılan köleleştirilmiş hizmetkârların, proleterlerin ve kadınların ‘vekil insanlığı’na dayanıyorlar.”
Yapay zekânın kısa ya da uzun tarihini yazma girişimlerine kuşkuyla yaklaşan Pasquinelli, esas olarak insan-yapay zekâ ilişkisine yoğunlaşıp meseleyi toplumsal sulara çekiyor. Yapay zekânın “derin öğrenme” temelinde geliştirildiğini anımsatırken zamanımızın yüzeyselliğinin hayatî bir parçası hâline gelen bu teknolojik atılımın “mekanikleştirilecek dünyanın bir temsili” olduğunu söylüyor. Dolayısıyla yapay zekâ, zihinsel emeğin makineleştirilme ve makine zekâsı üretme sürecinin şimdilik son halkası.
Pasquinelli, 18. yüzyıldan itibaren gündemi meşgul eden makine sorununun dallanıp budaklanışını izleyerek “teknolojik devrim” çağına ilişkin tarihî bir not düşerek bilgi ve zekâ ile otomatikleşme ilintisini çözümlüyor: “Emeğin en önemli bileşeni enerji ile hareket değil bilgi ile zekâdır ve ilkini otomatikleştirip ikame etmek kolayken ikincisi yapay zekâ çağında bile hâlâ tamamen otomatikleştirilmekten uzaktır. Sanayi çağı aynı zamanda ilksel teknik zekâ birikimi çağıdır, bu süreç de emeğin ve emekçinin bilgiden yoksun bırakılmasıyla ilerlemiştir. Bugün yapay zekâ aynı sürecin devamıdır: Kolektif bilginin yeni aygıtlara, başka tekniklerin yanı sıra makine öğreniminin veri kümelerine, algoritmalarına ve istatistiksel modellerine aktarılarak sistemli biçimde makineleştirilmesi ve sermayeleştirilmesi sürecidir.”
Marx’ın üretim ve emek süreçleri ile makineleşme arasındaki ilişkiyi inceleme biçimlerini hatırlatan Pasquinelli, o dönemde kolektifliğin ve zihinsel emeğin genelliğinin bir teoriye dönüştürüldüğünü belirtiyor. 19. yüzyılda ise makineler emeği ölçen bir araç hâline getiriliyor. Patronlar ise akıllı makineler (o zamanın hesap makineleri) aracılığıyla analitik ve denetçi bir göze sahip oluyor. Başka bir deyişle 19. yüzyılın akıllı makineleri, emeği gözetleme ve ölçmede kullanılıyor. Emeğin soyutlanma aşamasına geçişte önemli bir basamağı oluşturuyorlar. Beri yandan, endüstriyel üretimi ve dağıtımı yönetmek için enformasyon teknolojilerinin geliştirilmesini sağlıyor. Böylece kapitalizmin denetim sorununun çözülmesinde önemli roller üstleniyorlar. Pasquinelli buna, teknolojik devrim yerine “denetim devrimi” demeyi uygun buluyor: Ölçülebilir, hesaplanıp aktarılabilir “bilgi”nin devreye (dolaşıma) sokulduğu bir dönem bu. Diğer bir ifadeyle sayıların, algoritmaların, verilerin ve kodların etkinleşmeye başladığı zaman dilimi; zihin emeğinin otomatikleştirilmesine ve beceriden arındırılmasına doğru hızla yol alınan bir dönem…
Kolektif bir ‘karşı-zekâ’ ihtiyacı
Bilgiden çok enformasyonun ön plana çıkarıldığı ve sibernetik “organizmaların” yaratıldığı yakın geçmiş, aynı zamanda örgütlenmenin makineleştirilme olasılığının ortaya çıkışına denk geliyor. Bunu özerklik meselesi, sınır sorunu ve tartışmaları izliyor. Pasquinelli, yakın geçmiş ile bugünü zekânın otomasyonu, kurallar, toplumsallık ve ahlak babında karşılaştırmak için yirminci yüzyılın en önemli filozoflarından birine başvuruyor: “Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein, ‘bir kurala uyma’nın bir insan ve bir makine için daima farklı anlam taşıyacağına dikkat çekmiştir. Yapay zekânın yanlılığı konusundaki son tartışmaları ve ‘süper zekâ’nın riskleriyle ilgili yürütülen tahminleri göz önüne alınca insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Yapay zekâ oyunu hâlâ otomasyonun (kurallara uymanın) alanında mı oynanıyor, yoksa özerkliğin (kuralları ihlal etmenin) alanına mı geçildi?”
Yapay zekânın selefi sayılabilecek, çevresiyle etkileşime giren, insanın yüzünü tanıyabilen ve konuşmaları taklit edebilen makinelerin kullanımının 1960’lara kadar geri götürülebileceğine dikkat çeken Pasquinelli, bunların “Perseptron” adıyla geliştirildiğini hatırlatıyor. Bu makineler öğreniyor ve tanıyabiliyor, ağ ve “bilgi” mimarisiyle tasarlanıyor. Perseptron’dan yapay zekâya gelene dek hangi hızlı değişimlerin yaşandığını ve makine öğreniminin nerelere geldiğini bir çırpıda özetliyor yazar: “Makine öğrenimi, son on yılda genişleyerek kolektif bilgiye ilişkin kapsamlı bir algoritmik modelleme hâlini aldı; bireysel davranışları, toplum hayatını ve kültürel mirası uçsuz bucaksız istatiksel bağıntı mimarileri formunda kodlamayı hedefleyen bir ‘toplumsal kalkülüs.’ Bu gelişme, hem dünya çapında tekelci bir bilgi hafriyatçılığı rejiminin tesis edilmesine hem de emeğin ve yönetimin otomasyonunu sağlayan yeni tekniklerin yerleşmesine katkıda bulundu. Bugün yapay zekâ, çağımızda bilgi olarak iktidarın benzersiz bir biçimde yoğunlaşmasına örnek teşkil eden az sayıdaki mamulden biri konumunda.”
Pasquinelli, yeni dünyada makinelerin, makinelerden de bilgisayarların ve onlar içinden de yapay zekânın patronlaşma sürecinin yaşandığı bugünlerde neoliberal kapitalizmdeki denetlemenin bambaşka bir evreye geçtiğini hatırlatırken algoritmik denetim ve gözetimin ön plana çıktığı bu evrede, zekânın otomasyonuna ve otomatikleşmesine karşı neler yapılabileceğini düşünüyor. Yazarın bu noktada bulduğu iki hayatî çözüm var; onlar, hem günümüz hem de gelecek için önemli: “Bizim asıl ihtiyacımız, tüm sorunları teknolojiyle çözmeye kalkmak veya tersine teknolojiden tümden vazgeçmek değil, topluluklara ve kolektife ihtimam gösteren, failliği ve zekâyı asla tümüyle otomasyona terk etmeyen bir tasarım, planlama ve icat kültürü yaratmak. Teknopolitikanın ilk adımı teknolojik değil politiktir. Mesele, karmaşık teknik sistemlerin, endüstriyel robotların ve toplumsal algoritmaların, özellikle de bunların içine işlemiş ücret sisteminin, mülkiyet haklarının ve kimlik politikalarının dayandığı emek ve toplumsal ilişki örgütlenmesini -tümden ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı koşullarda- özgürleştirmek ve sömürgelikten çıkarmak. (...) Yapay zekânın toplum üzerindeki etkilerinden biri de epistemik boyutu; zekâyı makine zekâsı hâline getirmesi, bilgiyi de zımnen yordam bilgisi olarak teşvik etmesi. Ancak yapay zekâyı aşacak bir siyasi epistemoloji projesi, tarih boyunca başvurulan soyut (matematiksel, mekanik, algoritmik ve istatistiksel) düşünce biçimlerini dönüştürmek ve bunları doğrudan eleştirel düşüncenin alet kutusuna katmak zorunda. Yapay zekânın epistemolojisiyle ve bilgi hafriyatçılığı rejimiyle mücadele etmek için farklı bir teknik zihniyetin, kolektif bir ‘karşı-zekâ’nın öğrenilmesi gerekiyor.” (AB/TY)
Patronun Gözü, Matteo Pasquinelli, Çeviren: Elçin Gen, Metis Yayınları, 308 s.