PERDENİN ARDI: FİSKAYA
Besra'nın evi

Besra damda, iliştirmiş eteği beline leğende elbise çiğniyor. Güneş parıldıyor ama hava hâlâ elbise yıkamak için soğuk.
Yukarı çıkar çıkmaz “Neden?” diye soruyorum.
Üç yaşındaki çocuğu için daha ekonomik olsun diye yıkanabilir bez almış. Ancak makinede yıkanamadığı için bu soğukta çatıya çıkıp yıkıyor. Bir yandan da semaveri kurmuş, çay yapıyor.
“Sen bebek bezi ne kadar biliyor musun?” diye çıkışıyor bana.
Hava bahardan bozma. Damda, çok sevdiğim iki tekli koltuk, nereden geldiği belli olmayan ama iyi muhafaza edilmiş ceviz ağacından bir masa var. Bir köşede Besra’nın bostanı.
Solda Dicle Vadi Evleri, ileride irili ufaklı tepeler ve üzerlerinde korkunç TOKİ binaları. Hemen karşıda göğe uzanan spindarlar (beyaz kavak ağaçları) ve Dicle Nehri.
Fiskaya, sırtını surlara yaslamış, kerpiçten bozma, yan yana dizilmiş evlerle dolu bir gecekondu mahallesi. Diyarbakır’ın villalarına, otellerine taş çıkaran manzarasına rağmen burayı mekân edinip mahalle yapanlar, 90’lı yıllarda köyleri boşaltılan insanlar. Zenginlerin ve TOKİ’nin yıllardır buraya göz dikmesi de bundan.
Besra, bezleri bir bir asarken beline kadar uzanan saçlarındaki Kürt tipi aklar güneşte ışıldıyor.
Bir yerlerden “Fisqaya’dan o yani” çalıyor. Şahsına münhasır bu şarkı hâlâ dinleniyor demek ki.
Besra, yaklaşık 15 yıldır burada yaşıyor. “Ömrümü versem bir odasını bile satın alamam” dediği bir villada çalışıyor.
Annesi, o henüz sekiz yaşındayken ölmüş. Geriye babası, üç erkek kardeşi, sekiz-on tavuk ve iki koyun kalmış.
Babası çok geçmeden evlenmiş. Sonra sıra ona gelmiş. Köyde, kaçak göçek buluştuğu Ahmet’le, kendi deyimiyle “adı çıkınca” evlenme vakti gelmiş.
Sanayide tamirci olan Ahmet ile evliliklerinin ilk yılında Fiskaya’ya taşınmışlar.
Ahmet, Besra’ya göre iyi, iyi ama çok kumar oynuyor. Kötü bir niyeti yok ama işte zengin de olamıyor. Çayı doldururken “Nasipte yok,” diyor.
Bir şekilde gelen parayla geçinip gitmişler birkaç yıl. Hatta biriktirdikleri parayla bazen gezmelere çıkmışlar. “Konsere bile gitmişliğimiz var,” diyor gülümseyerek.
Besra, damdaki iki koltuğu, gezdikleri şehirlerden topladıkları hediyelikleri ve buzdolabına astığı Mardin, Siirt, İstanbul, İzmir, Hatay... yani ancak beş şehirden fotoğrafı, geçinebildikleri yılların ganimeti sayıyor.
200 bin küsur kredi borcu, kışları akan bir dam ve her an kentsel dönüşüm adına başına yıkılma tehlikesi varken Yüsra’ya hamile kalıyor.
Fiskaya’ya bakan cam teraslı mekânlarda mantı yapmış, börek açmış uzunca bir süre. Ama karnı burnuna gelince ne ev işine ne de çalışmaya yetişir olmuş.
Çocuk doğunca “gerçek bir iş” aramaya başlamış. Sigorta aramamış ama en azından Yüsra için okul servisi tutacak para, kışları akan damı tamir ettirmek, bir de yastık altına birkaç altın koymak istemiş.
Bir gün bir komşusu, ona Dicle Vadi Evleri’ndeki lüks villalarda yaşayan zenginlerden bahsetmiş: “Songül anlatıyor yemek yapacaksın, ortalığı temizleyeceksin. Eee, tabii yaşlı bunlar, arada ilaçları var, ha bir de bazen alt temizlemek.”
Bunları zaten gün içinde de yapan Besra, artık o koca villalardan birinin ‘hanımı’ oluveriyor.
Sabah yedide gidiyor işe. Henüz iki yaşında olan Yüsra’yı uyutup mesaiye başlıyor.
Yaşlı bir çiftin yaşadığı bu ev, bahçeli ve iki katlı. Besra’nın dediğine göre evvelden zengin olan bu ailenin çocuklarının bazıları yurt dışında, bazıları burada. Aylık 10 bin TL kazanıyor. Bu parayı görece iyi sayıyor.
Az kazandığını söyleyince de, “Kız bak, mahallede uyuşturucu satmak dışında hiçbir seçeneği olmayan anneler var. Bir ana düşün, kendi çocuğunu doyurmak için başka çocukları zehirliyor” diyor.
Bulaşık, temizlik, bazen akraba ziyaretlerinde kazanla yemek… Bahçeye bakıyor, yaşlıların hastane işlerini hallediyor, bazen de ev sahibinin kızına yardım için koşuyor.
Çoğu zaman çalıştığı evde saatlerce yalnız kalıyor. Yaşlılardan biri yatalak, diğeri ise gün içinde ya iki kelam ediyor ya hiç konuşmuyor. İki katlı, koca teraslı ev ona kalıyor.
“Bazen tüm işlerimi bitirince televizyondan sevdiğim bir dizi açıyorum, bazen de sesi açıp avaz avaz şarkı söylüyorum. Duyan mı var? Bir ben, bir Allah,” diyor gülerek.
Her telden şarkı seviyor. Azeri türkülerinden dengbêjlere geniş yelpazeye Instagram’da duyduğu alelade bir şarkıya da ekelenebiliyor.
Çalışmayı değil ama çalıştığı evi belli ki çok seviyor. Muhabbet dönüp dolaşıp mutfaktaki el izi bırakmaz beyaz eşyalara, terastaki barbekü köşesine ya da şömineye geliyor.
Besra’nın evi de iki katlı ama sobalı. Yazın Hevsel’e baktığı için serin, ama kışın ne yakarsan yak ısınmaz. Kapı ve pencerelerden birkaçı tahta, bolca hava geçiriyor. “Bizim terasta da semaver var, neyimize yetmez?” diye de yedirmiyor evini.

Ama çalıştığı evi anlatırken panjurlardan bahsediyor; “Yıkaması kolay. Bizim eve taksan bin yıl mahalleli dalga geçer ama orada nasıl duruyor bir gör.”
Sonra, evini kendi kendine kıyaslıyor: “Bir ara eşimle İstanbul’da, Moda’da yürüyorduk. Ahmet bir o evi gösteriyor, bir bu evi. O ne evler öyle, ne zenginlik, git bir gör. Ama benim dikkatimi evlerin perdeleri çekti. Evlerin ya perdesi yok ya sonuna kadar açık. Ahmet de ‘Bu kadar şatafatlı evin olsa sen de açardın perdelerini’ dedi.
Haklıydı. Fiskaya’da perdesi olmayan ev olmaz. Neyini açıp gösterecek? Sofrasına koyduğu etsiz yemeği mi? Yediği dayağı mı? Yoksa evin dört bir yanının dökülüyor olmasını mı? Bizim evlerin manzarası güzel tabii ama içinde yoksulluktan başka bir şey kalmadı.”
Besra sık sık Allah’a ve devlete sitem ediyor. Allah’ı anarken “tövbeler” ediyor ama devletten dileyeceği bir özür yok.
15 yıldır yaşadığı Fiskaya, kentsel dönüşümün ve uyuşturucunun arasında sıkışıp kalmış. Öve öve bitiremediği evden kazandığı parayla bir borcu kapatıp diğerine geçiyor. Yastık altına ancak beş altın koyabilmiş. Çürük bir dişi var, çok şikâyet ettiği… “Onu yaptırmaya bile yetmez,” diyor.
38 yıllık ömrünün 15 yılını geçirdiği, manzarası dışında hiçbir şeyini sevmediği evini yine de bırakmayacağını da söylüyor: “Ha, bir de devlet göz koydu şuncacık evlere. Bizi atacak, binalar dikecek ya buraya. Peki, bize ne verecek? Üç ay iki göz odaya yetmeyecek kira parası.”
PERDENİN ARDI: BENUSEN
Yeliz'in evi
(ED/VC)
Dr. Cuma Çiçek: "Devletin, Öcalan'ın ve PKK'nin yol haritası var"

Yerelden evrensele gazeteci kimliğiyle Yaşar Kemal...

Öcalan’ın çağrısı: “Anne bahar mı geldi?”
Diyarbakır'da Öcalan çağrısı: Sevinç ve gözyaşı
