İnsanoğlunun uygarlaşma serüveni üzerine çok düşünür ve bu konuda araştırmalar yaparım. İnsanların yeryüzünde elde ettiği başarı hiç de azımsanmayacak bir düzeyde. İnsan, zekası ile bütün dünyayı domine edebiliyor.
Fiziksel becerileri ve zekası ile dünyayı kontrol eden insanoğlu, fen bilimleri, sosyal bilimler, kültür, sanat, teknoloji gibi pek çok alanda çok önemli gelişmeler kaydetti. Hayatı anlamlandırma ve soyut kavramlar yaratma konusunda son derece başarılı bir varlık olan insan, akıl almaz bir hayal gücüne sahip. Binlerce yıl önce yaratılan efsaneler, hikayeler günümüze kadar ulaştı.
İsrailli tarih profesörü
Yuval Noah Harari, insan türünün kısa tarihini anlattığı Hayvanlardan Tanrılara Sapiens adlı eserinde insanlığın başarısını, ortak bir mite, ortak bir hikayeye inanan çok sayıda insanın işbirliği yapmasına bağlıyor. İnsanın başarısının elbette başka sebepleri de var fakat ben Harari nin bu görüşüne hem katılıyor hem de biraz konuya odaklanmak istiyorum.
Yazar, 70.000 yıl önce gerçekleşen bilişsel devrimle beraber dilin geliştiğini ve insanların hikayeler anlatmaya başladığını ifade ediyor. Sadece Homo Sapiens, nesnel olarak gerçekte var olan şeyleri değil hiç görmediği dokunmadığı şeyler hakkında da konuşabiliyor. Yazar, bilişsel devrimle beraber efsaneler, mitler ve dinlerin ortaya çıktığını söylüyor. Yaratılan bu ortak kurgular, inançlar kalabalık gruplar halinde bir arada ve işbirliği içinde yaşamamızı, maddi ve manevi değerler yaratmamızı sağlıyor.
Avcı toplayıcı dönemde insanlar, tehlikeli bir aslanın geldiği konusunda birbirlerini uyarabiliyordu. Fakat bilişsel devrim sayesinde aslan, kabilenin koruyucu ruhuna dönüşüverdi.
Yaratılan bu ortak kurgular sayesinde aynı hikaye, aynı mit etrafında birleşen insanlar arasında bir ortak payda oluşuyor. Bugün bir devletin bir milletin ya da şirketin etrafında toplandığı bu ortak mit olmasa ne bir arada yaşamak mümkün olur ne de maddi ya da manevi bir değer üretmek. Bir bayrak etrafında birleşmek, ulus bilincine sahip olmak, ticaret ağları kurmak, bir devletin çatısı altında toplumun varlığını sürdürmesi konuya iyi örnek teşkil eder diye düşünüyorum.
Kurgu sadece bir şeyleri hayal edebilmemiz değil bunu kollektif olarak yapabilmemiz durumunda değer yaratıyor. Ortak hayaller etrafında birleşmek, aynı değer yargılarını taşımak, aynı ahlaki normları benimsemek, aynı hukuk kurallarından adaletin tesis edilmesini beklemek. Bu ortak paydalar olmasaydı bu kadar kalabalık gruplar halinde yaşamamız da mümkün olmazdı.
Kollektif olarak kurguladığımız şeyler sayesinde aynı devletin çatısı altında varlığımızı sürdürebiliyoruz. Sadece tüzel kişiliğe haiz bir şirketin başarılı olması için yüzlerce çalışanının aynı ortak amaç etrafında birleşmesi gerekiyor. Sadece bir isimden ibaret markalar çok büyük ekonomik değerler yaratabiliyor. Markalar, kullandıkları semboller sayesinde güçlü imajlara sahipler.
Bilimsel çalışmalar
150 kişiyi geçen gruplar arasında sinerji yaratmanın ve grubu bir arada tutmanın pek te kolay olmadığını gösteriyor. Sayıları binleri, milyonları bulan grupları yönetebilmek için farklı bir düzen, normlar ve hukuk kanunlarına ihtiyaç var. Peki binlerce kişilik şehirleri, milyonlarca kişilik imparatorlukları Homo Sapiens nasıl birarada tuttu. Savaş meydanlarında binlerce insanın omuz omuza savaşması canları pahasına birbirlerini korumaları bu ortak değerler, inançlar ve mitler sayesinde oldu.
Hayali gerçeklikler yaratabilme becerisi çok sayıda yabancının işbirliği yapmasını sağlıyor. Farklı hikayeler anlatarak yani mitleri değiştirerek insanların davranış biçimleri de değiştirilebilir. 1789 senesinde Fransızlar, kralların tanrısal gücü mitine inanmayı bırakıp halkın egemenliği mitine inanmaya başladı. Ve bu değişim dalgası bütün dünyaya yayıldı ulus devletler ve ulus bilinci oluştu.
İnsanların kurduğu hikayeler ağına hayali gerçeklik denmektedir. Hayali gerçeklik yalandan farklı bir şeydir. Ve herkes bu hikayelere inandığı sürece de bu hikayeler gücünü muhafaza eder. Paraya atfedilen değer kurgusal olmasına rağmen vazgeçilemez derecede hayatımızın merkezinde ve milyarlarca insanın hayallerini süslüyor.
İnsanoğlunu uygarlaşma serüveninde bu kadar iyi bir noktaya taşıyan ve diğer türlerden ayıran en önemli özelliği soyut değerler yaratabilme becerisidir. Soyut değerler yaratabilme becerisi eril prensip ile ilgilidir. Sağlıklı bir gelişim sürecinde hem eril hem de dişil prensibin bir arada çalışması gerekiyor. Eril prensip daha çok dikey, doğrusal, hızlı, kendisini merkeze alıp etrafındaki herşeyi araçsallaştıran bir gelişim anlayışına sahip.
Tarım devrimi ile beraber yerleşik hayata geçiş süreci olağanüstü hızla dikey bir şekilde eril prensipten beslenen bir gelişme olarak gerçekleşti. Gelişim hızı çok hızlı idi ve ataerkil kültürün ortaya çıkmasına yol açtı. Dişil prensip ise gelişmelerin daha yavaş bir hızda daha çok yatay bir çizgide herhangi bir hiyerarşik yapı olmadan eşitlikçi bir düzlemde gerçekleştiği döngüsel bir özellik gösteriyor. Bu döngüsellik içinde insan kendisini merkeze yerleştirmiyor. Doğanın bir parçası olarak görüyor. Avcı toplayıcı dönem daha çok anaerkil özellikler gösteriyor, doğa ile uyumlu döngüsel bir anlayış söz konusu. Daha küçük gruplarla halinde yaşıyorlar ve her birey bir konuda uzman olsa da pek çok konuda bilgi ve tecrübe sahibi.
Ataerkil kültür ise dikey ve hiyerarşik bir yapılanma modelini içeriyor. Soyut değerler yaratma ve ortak bir payda oluşturmak daha çok eril prensiple ilgili bir durum gibi gözüküyor. Yerleşik hayata geçiş erkek egemen ataerkil toplum düzenini meydana getirdi. Kentlerin oluşması ile uzmanlaşma, belli bir konuda bilgi, beceri ve tecrübe kazanma daha çok gözlemlediğimiz bir şey. Ortak bir mit etrafında birbirini tanımayan insanların işbirliği yapmasının daha çok eril prensip ile ilgili olduğu kanısındayım.
Bilişsel devrim ile beraber gelen hikayeler yaratma becerisi insanın bugünkü konumuna gelmesine önemli katkılarda bulundu. Biz insanlar hatırı sayılır derecede önemli işler yapmış olsak ta, çok büyük teknolojik, kültürel, siyasal, sosyal gelişmeler kaydetmiş olsak ta ekosistem üzerinde yarattığımız tahribat korkunç boyutlarda. İklim değişikleri artık kendisini iyiden iyiye göstermeye başladı. Uzmanlar 6. büyük yokoluş evresine girdiğimizi söylüyorlar.
Sağlanan onca gelişmeye rağmen dünyada hâlâ kan ve gözyaşının, açlık ve sefaletin, savaşların, adaletsizliğin, insan hakları ihlallerinin olması başarımıza gölge düşürüyor.
(FÜ/RT)