“Mayıs Üçlemesi: Kıbrıs’ta İktidar, Hafıza ve Direniş”
Lefkoşa’daki 1 Mayıs kutlaması, her yıl olduğu gibi bu yıl da ara bölgede Kuzey ve Güney Kıbrıs’tan sendikaları buluşturdu. Ortak talepler dile getirildi, sınıfsal hafıza tazelendi. Ancak bu yıl dikkat çekici bir çakışma yaşandı: Aynı gün, aynı şehirde Teknofest adlı büyük bir teknoloji festivali de düzenlendi.
Elbette teknoloji festivalleri önemlidir. Gençler üretir, yarışır, öğrenir; sanayiyle, üniversitelerle buluşur. Ülkenin teknolojik gelişimine katkı sunar. Kimse buna karşı değil. Ancak sorun, bu festivalin özellikle 1 Mayıs gününe denk getirilmesiyle ortaya çıkıyor. Çünkü burada semboller çakışıyor, hatta çatışıyor.
1 Mayıs, emeğin, üretimin, adalet arayışının günüdür. Teknofest ise “milli teknoloji hamlesi” adı altında daha çok sermaye, girişimcilik ve milliyetçi kalkınma söylemiyle öne çıkıyor. Emekle teknoloji elbette çelişmek zorunda değil. Ancak bu tür organizasyonların 1 Mayıs’a gölge düşürecek şekilde kurgulanması, bayramın ruhuna ters düşüyor.
...
Yobazlığa Geçit Yok: Bir Eylemden Fazlası
2 Mayıs günü Lefkoşa’da düzenlenen “Yobazlığa Geçit Yok” eylemi, sıradan bir protesto değildi. Bu eylem, laik yaşam tarzına yönelen sistematik müdahalelere karşı biriken tepkinin kamusal alana taşmış halidir. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin açılışından hemen önce gerçekleşmesi, tesadüf değil; bilinçli bir itirazın güçlü bir ifadesiydi.
Son yıllarda Kuzey Kıbrıs’ta dinî temalı etkinliklerin artması, imam hatip okulları ve ilahiyat kolejlerinin teşviki, toplumun önemli bir kesiminde laikliğe dair kaygıları büyüttü. Laikliği sadece bir anayasa maddesi olarak değil, yaşam biçimi olarak gören Kıbrıslı Türkler için bu gelişmeler, kültürel bir kuşatma duygusu yarattı. 2 Mayıs’ta sokağa çıkanlar, tam da bu duygunun temsilcileriydi.
Devlet Yükselirken Emek Geri Çekiliyor
3 Mayıs 2025’te açılan KKTC Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, sadece bir bina açılışı değildi. Lefkoşa’nın sıcağında yükselen bu görkemli yapı, bir mimari projeden çok daha fazlasını temsil ediyordu. Zira açılış töreni, dikkatle seçilmiş bir zamanlama, bilinçli bir mesaj ve güçlü bir politik gösteriydi.
Açılışın 1 Mayıs’ın hemen ardından yapılmış olması, basit bir takvim denkliği gibi sunulsa da, işin perde arkasında farklı bir senaryo yazılıyor olabilir. Bir yanda emeğin günü olan 1 Mayıs, törensellikten uzak, sıradanlaştırılmış bir anma olarak geçerken; öte yanda 3 Mayıs, mülki kudretin ihtişamla sahne aldığı, devletin simgesel gücünün gösterildiği bir şölene dönüştü. Bu karşıtlık, aslında bir tercih meselesidir: Emek geri çekilirken, devlet yükseliyor.
Külliyede kullanılan “Kıbrıs taşı” ve “Marmara mermeri” gibi detaylar ise tesadüf değil. Bunlar, ortaklık söylemiyle bezeli ama asimetrik bir ilişkiyi süsleyen semboller. Yani görünüşte bir kardeşlik mimarisi; ama içeriğinde kimlik mühendisliği kokan bir tasarım söz konusu.
Bir Külliye, Bir Gösteri, Bir Sessizlik
3 Mayıs’ta açılan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, sıradan bir devlet binası değil. Sadece Lefkoşa’nın siluetine eklenen yeni bir yapı değil. Aslında çok daha fazlası: Ankara'nın mekân üzerinden verdiği yeni bir mesaj.
Mimari mi? Elbette etkileyici. Beştepe’yi andıran hatlar, büyük avlular, taş kaplamalar, dikkatle seçilmiş detaylar... Ama tüm bu ihtişamın ardında esas mesele estetik değil. Kıbrıslı Türklerin gözüyle bakıldığında bu yapı, bir temsil binasından çok, yerleşik bir politik vizyonun mekânsal izdüşümü olarak okunuyor.
Külliye, 5.5 milyar TL gibi devasa bir maliyetle inşa edildi. KKTC bütçesinin boyutları düşünüldüğünde bu rakamın rasyonel bir karşılığı yok. Peki bu paranın hesabını kim verecek? Daha önemlisi, bu harcama kimin önceliği?
Sivil Toplum ve Sendikalar Ne Yapmalı?
Emek, sekülerlik ve egemenlik gibi temel meseleleri birbirinden ayrı düşünmeden, mücadeleyi bütüncül bir çerçevede sürdürmek şart. Sokakta gösterilen tepki, kurumsal yapılarla güçlendirilmeli. Alternatif eğitim programları, kültürel üretimler ve bağımsız medya kanalları bu sürecin belkemiğini oluşturmalı. Genç kuşakların bu yapılara dahil edilmesi ise uzun vadeli bir strateji gerektiriyor.
Muhalefet İçin Zaman Cesaret Zamanı
Muhalefet partileri, artık gri alanda dolaşmayı bırakmalı. Net, ilkeli ve cesur duruşlar sergilemedikçe tabanın güvenini yeniden kazanamazlar. Eğitimden kültüre, göçten ekonomiye dek her alanda toplumun nabzını tutan, yerelden beslenen politikalar üretmek zorundalar. Sivil toplumla kurulacak kalıcı diyalog, bu süreçte hayati öneme sahip.
...
Yazının tümünü okumak için tıklayınız