Tutuklu gazeteci Yıldız Tar’dan Silivri notları

Halkların Demokratik Kongresi’ne (HDK) yönelik İstanbul merkezli operasyonda 18 Şubat’ta Ankara’daki evine yapılan baskınla gözaltına alınan KaosGL.org Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar, 21 Şubat’ta 6. Sulh Ceza Hakimliğince tutuklandı.
İstanbul'da tutuklanan gazeteci, 27 Şubat'ta gündeme gelen ve LGBTİ+'ları hedef alan Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklif Taslağı’nı değerlendirdi.
Tar’ın bugün KaosGL.org’da yayımlanan yazısını yayımlıyoruz.

KaosGL.org’dan, Yıldız Tar ile dayanışmak için gazetecilere çağrı
Silivri'den kaleme aldığım bu ilk yazının burada olan biteni mizahi bir dille aktarmasını umuyordum. Ancak nasıl ki hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerden ibaretse, mahpusluk da aynı hayat gibi. LGBTİ+’ları suçlu ilan eden kanun teklifi taslağından haberdar olmamla, benim tutuklanmam anlatmaya değer bir konu olmaktan çıktı.
Tam cezaevi düzenine alışmaya başlamışken, iktidarın LGBTİ+ olmayı neredeyse yasaklayan o meşum taslağına ilişkin haberle karşılaştım. Az sayıda gazeteye erişebildiğimiz için taslağın tüm detaylarına hâkim olamasam da, Birgün gazetesinin KaosGL.org’a dayandırdığı ilk haberi ve ertesi gün Sarya Toprak'ın detaylı özel haberi sağ olsun içeriğe dair fikir sahibi olabildim. Koğuşumuza gelen diğer gazeteler olan Hürriyet ve Karar’da neredeyse hiç konu edilmeyen bu mesele 2015'te iktidarın LGBTİ+’lara açtığı savaşın en önemli aşaması. Birgün’deki diğer değerlendirmelerde mesele laiklik ekseninden ele alınsa da daha geniş ve kapsamlı bir tehlikeyle karşı karşıyayız.
Volta atarken aynı soruşturma kapsamında tutuklandığımız bir arkadaşın haberi gösterip “Biz çıksak da seni salmayacaklar. Yazı başına 3 yıldan sen bayağı yatarsın” şakasına gülsem de, bu taslakla niyet edilenin tam da böyle bir şok doktrini ile bir tür panik atak hali yaratmak olduğu fikrindeyim. Panik atak durumuna hapsedilen toplumsal muhalefet, bu tarz yasaları ve düzenlemeleri kanıksamaya meyyal hale gelebiliyor.
Bu panik atak mevzuuna tekrar dönmek üzere, esasa geçelim. Taslağın iki ana hattı ve amacı olduğu görülüyor. İlki transların cinsiyet uyum süreçlerini olabildiğince zorlaştırmak. Bu amacın arka planında ziyadesiyle dramatize edilmiş komplocu bir medikalizm yatıyor. Zaten fazlasıyla medikalleştirilmiş ve beden otonomisi, kendi kaderini tayin edebilme ve insan onuruna yaraşır bir yaşam sürme hakları bağlamında ele alınması elzem bir olgu olan cinsiyet uyum süreçleri, yıllardır medikal ve adli bir olgu olarak ele alınıyordu. Bu taslak hayata geçerse, kazanılmış bir hakkın (bütün eksiklerine ve yukarıda bahsettiğim sorunlarına rağmen) gasp edilmesi ile karşı karşıya kalacağız.
70 ve 80'li yıllara geri dönüşü çağrıştıran bu müdahale ile “izinsiz” ameliyat yapan doktorlara da yaptıranlara da yargı yolunun açılması, fiilen engelleme anlamına geldiği gibi başka bir sonuç da doğuracak. Tıpkı kürtaj yasağı getirmeye çalıştıkları dönemin ardından istedikleri gibi yasaklayamasalar da kürtaj yapan hastanelerin sayısının dramatik bir şekilde düşmesine benzer bir durumla karşılaşabiliriz. Bu taslak değişse ve geçmese bile hekimler arasında bir korku iklimi yaratmaya başlayabilir. Kürtaj yasağına karşı feministlerin “Benim bedenim, benim kararım” kampanyası ölçeğinde bir karşı çıkışa ihtiyacımız var.
İkinci hat ise “biyolojik cinsiyete uygun olmayan tutumlar”, “teşvik etme”, “genel ahlak” gibi ifadelerle Rusya'daki “propaganda yasağı”ndan ve Trump’ın kararnamelerinden fazlasıyla etkilenen bir tür suç ve suçlu icat etme çabası. Cezaevinde okuduğum John Steinbeck’in ‘Cennetin Doğusu’ kitabında İspanya'nın yeni dünyayı işgaline ilişkin “İspanyollar geldiğinde gördükleri her şeyi adlandırmak zorunda kaldılar. Her kâşifin ilk görevi budur, hem görev hem de ayrıcalık” cümleleri bu bağlamda da geçerli. Siyasi iktidar LGBTİ+’ların bütün bir varoluşunu işgale hazırlanıyor. Bunu da adıyla çağırmadan kendi taktığı “biyolojik cinsiyet” ve “genel ahlak” gibi adlandırmalarla yapıyor.
Bundan 100-150 yıl önce Batı’nın hukuk devletinin kiliseden devralarak canlandırdığı “sodomi yasalarının” o dönemin o tabiriyle “homoseksüelliği” yasaklamasının modası geçti. Yeni dönemin başat karakterini doğrudan kimliği ya da cinselliği yasaklamıyor gibi görünen ancak fiilen yasaklayan kanunlar oluşturuyor. Komplo teorilerinden devşirilen bu yasalar kendi haline bırakıldığında hayatın olağan ve sıradan bir parçası olan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliğini bir tür olağanüstü hâl durumuna hapsediyor. Bu olağanüstü hâl mantığı ise LGBTİ+ haklarını savunmayı, görünür olmayı, istediğin gibi giyinmeyi, istediğin gibi konuşmayı, kısacası toplumsal ve siyasal bir özne olarak kamusal alanda var olmayı yasaklayan bir zihniyeti olağanlaştırmayı hedefliyor. OHAL dönemi Ankara'daki süresiz LGBTİ+ etkinlik yasaklarının yasalaşması söz konusu olan. Yasaktan yasaya geçişte sadece bir harf eksiliyor ancak eksilttikleri o harfe LGBTİ+’ların hayatları konuyor.
Bu taslağın lafzındaki ifadelerin zihin dünyasında cinsel yönelim ile cinsiyet kimliği arasındaki fark, pek bir şey de ifade etmiyor. Bir trans kadının etek giymesi de bir erkeğin başka bir erkeğe âşık olması da eşit derecede “biyolojik cinsiyete aykırı tutum” sayılabilir.
Normu yasa eliyle kuran bu taslak eğer ki Rusya'daki öncülü gibi uygulanırsa her türlü LGBTİ+ temsili, ifadesi, sembolü yasaklanabilir. Ancak henüz taslak halindeki bu teklifin değişmesi de rafa kaldırılması da mümkün. Bunun için ilk önce, yazının başında bahsettiğim panik atak halinden sıyrılmak ve akılcı yöntemlerle olabilecek en geniş toplumsal ve siyasal itirazı örmek lazım. Haberlerden görebildiğim kadarıyla LGBTİ+ dernekleri ses çıkarmaya başladı. Bu sesi çoğaltmaktan başka çaremiz yok. Toplumsal ve siyasal eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesi yürüten herkesin hem bireysel hem de mensubu oldukları topluluklar düzeyinde önemli bir sorumluluğu var. Tarihin ve insanlığın doğru tarafında yer almak, sadece pozisyon belirtmek yerine harekete geçmek.
Cezaevinden kaleme aldığım bu ilk yazıyı bir şarkı ile noktalıyorum. Gözaltı ve tutuklama kombinlerini, cezaevi modasını, Silivri'de en gözde içliklerin neler olduğunu aktaracağıma dair söz verdiğim yazı sonraya kaldı. Ancak şunu belirteyim: Silivri o kadar da soğuk değil. Aynı deniz gibi, girince alışıyorsun…
Şarkımız Nükhet Duru'dan Yasaksa Yasak.
“Yasaksa yasak, günahsa günah
Kim yaktıysa bu ateşi o söndürsün o zaman’’Yıldız Tar
Silivri Cezaevi
(YT/TY)