Kavurun 13. Yolculuğu Karşılaşma
Bir yolculuktur
Kavur'un yaptığı öncelikle bir "yol sinemasıdır"; ille de filmin otobüs, tren, uçak gibi kitle ulaşım araçlarında geçmesi gerekmez. Kahramanlar hep bir yerden bir yerlere giderler. Bu ya maddi anlamda bir yolculuktur, ya da manevi anlamda içsel bir yolculuk.
Ömer Kavur'a "Kasaba yönetmeni" demek de hiç yanlış olmaz. Filmlerinin ana mekanı ve dekoru hep kasabalardır. Onun sinemasında yolculuklar, büyük şehirlerden kasabalara doğru bir seyir izler. Kahramanların başlarından geçen olaylar, bu küçük şehirlerdeki kıstırılmışlığın, arayışın, bir içsel yolculuğun ve hesaplaşmanın izlerini barındırır.
Haller'in çok katlı yönetmeni
Ömer Kavur'u "kasaba yönetmeni" yapan gerçekte bir zorunluluktur da. Sinemanın içinde bulunduğu ekonomik koşulların yanı sıra İstanbul dışında film çekmenin kolaylığından dem vurur Kavur:
"Bir kere İstanbul dışında tüm ekip bir aradadır. Bu bir yönetmen için büyük bir kolaylıktır. İkincisi ise kasabaların mekanları bozulmadığından yönetmenin dünyası için daha olanaklıdır."
"Zamanın yönetmeni"dir Ömer Kavur...2000 yılında Anthology Film Archives ile New York Mayfest Yürütücü Komitesinin düzenlediği "Ömer Kavur Saygı Haftası"nın önsözünü yazan Robert A. Haller, "Sculptor Of Cinematic Time/zamanın Kaşifi-Yontucusu" başlığını atar.
Haller'e göre; Kavur, imgeleri çok katmanlı bir yönetmen. Yaşamı yansıtan karelerinin (ki Türkiye'nin fiziksel durumunun çok keskin birer simgesi bu kareler) altında uzam, zaman, bellek ve düşün içiçe girdiği ayrı bir dünya yatmaktadır.
Saatler, suç ve ceza
Gerçekten de Ömer Kavur filmlerinde zamanın aracı saat; ister duvarda, ister bilekte, ister masada ya da yelek cebinde filmin ana aksesuarıdır.
Bazen saat kulesi olarak da karşımıza çıkar zaman. O zaman aksesuar olmanın ötesinde mekanın ta kendisidir.
Bir aksiyon yönetmeni olmamasına karşın Kavur, polisiye sever bir yönetmendir. Filmlerinin çoğunda suç ve ceza felsefi boyutta, bir gizem perdesi altında işlenir.
Yavaş yavaş gizemin örtüsünü aralar Kavur. Zaten kim yaşamdaki gizemi tamamen kaldırabilir ki!
Paris'in yani yaşamın kendisi
Kavur'un Fransa'da aldığı sinema eğitimi sinemasını olmasa da sinemaya bakış açısını etkiler kendi deyimiyle: " Fransa'da sinema eğitimi görmüş olmam çok farklı bir etki yaratmadı fakat Fransa'nın kendisi bir etki yarattı.
"Paris o dönem gençlik hareketlerinin, '68 olaylarının yer aldığı bir yerdi. Çok farklı düşüncelerle, çok farklı bir kültür ve sanat anlayışıyla karşı karşıya kalmamı ve dünyaya çok başka bir pencereden bakmamı sağladı. Ve bunu okul değil, Paris'in kendisi yani yaşamın kendisinin yaptığını söylemek mümkün.
"Bizde yasak olan fikirler orada özgürdü, bizde yasak olan davranışlar orada serbestti. Bütün bunları gözlemlemek, görmek bir ölçüde yaşayabilmek, anlayabilmek benim gibi sanıyorum o dönem Fransa'da bulunan bütün Türk gençlerini etkileyen ve hayata farklı bakmalarını sağlayan bir tecrübeydi."
Okullu sinemacı olmak
"Karşılaşma" 13. filmi Ömer Kavur'un... Sinema yolculuğuna 1974'te Refik Halit Karay'ın "Memleket Hikayeleri" kitabından, "Yatık Emine"yi senaryolaştırıp, yöneterek başlayan Kavur, o yılların Yeşilçam'ının alaylıları arasında, okullu sinemacı olarak dışlanır.
Ciddi sıkıntılarını çalıştığı kuruma, reklam filmi ve belgeseller çekerek gidermeye çalışırken "Yatık Emine" bir fırsat olarak önüne çıkar. 1908'li yılların erkek ve maço toplumundaki kadının anlatıldığı "Yatık Emine" dönemine göre feminist bir bakış açısı içerir.
"1970'lı yılların başlarında iki tür sinema vardı. Bir Yeşilçam için ticari bir anlayışla yapılan, adeta yapımcıların bir düş taciri gibi hareket ettikleri, bir takım peri masallarının anlatıldığı. Ama popülaritesi olan bir sinema. Büyük kitlelerin izlediği bir sinema.
"Diğer taraftan buna alternatif olarak Yılmaz Güney'in özellikle başı çektiği, bir yanıyla siyasi olan sinema... Lütfü Akad'ın, zaman zaman Atıf Yılmaz'ın, Metin Erksan'ın ve değerli bir çok yönetmenin daha farklı konulara değindiği, daha farklı içeriklerle süslenen bir başka sinema. Böyle bir ortam içinde buldum kendimi. 'Yatık Emine' bu iki yana da pek cevap veren sinema değildi."
Sinemadaki babası
16 yaşında Michelangelo Antonioni'nin "Gece" ve "Güneş Başlarken" filmlerinden etkilenerek sinemaya yönelir Ömer Kavur. Yıllar sonra Antonioni ile tanıştığında da "Sinemadaki babam sizsiniz" demekten kendini alamaz. Türkiye'den de Metin Erksan'ın "Sevmek Zamanı" kendisini çok etkiler...
Bu film, Türkiye'de de farklı, kendine özgü üslupla sinema yapılacağı düşüncesini uyandırır onda... "Yatık Emine" bu düşünceyle, bir edebiyat eseriyle yola çıktığı ilk çalışma olur.
Ardından "Yusuf ile Kenan" gelir... Okullu yönetmen olması Yeşilçam'ın kapılarını kendisine kapattığından ikinci filmini 5 yıl aradan sonra, reklamdan kazandığı paralarla çekebilen Kavur'un bu filmiyle sansürle de başı belaya girer.
Ecevit ve Kışlalı
Filmi oynatma cesareti gösteren sinema salonları sağcılar tarafından basılır... Dönem Bülent Ecevit'in başbakan, Ahmet Taner Kışlalı'nın da kültür Bakanı olduğu dönemdir.
Ömer Kavur sinemasının bir başka özgünlüğü de senaryolardır. Türk yazarlarından kendisine yakın bulduğu eserler senaryolarına konu olur. Refik Halit Karay, Yusuf Atılgan, Orhan Pamuk, Füruzan ilk akla gelen isimler. Onat Kutlar, Selim İleri, Macit Koper, Turgut Özakman, Furüzan senaryolarını birlikte kotardığı isimler olur.
Edebiyat uyarlaması: Ruh örtüşmesi
"Edebiyat uyarlamaları konusuna gelince, uyarlamaya girişen kişinin -ki o kişi sinemacıysa- yazarıyla bir ruh örtüşmesi içerisinde olması gerekir. Yani kendisi yazar olsaydı benzer şeyleri yazabiliyor olması, dünyaya benzer bir şekilde bakabiliyor olması gerekir diye düşünüyorum.
"Ki sinemaya uyarlanan o eser gerçekten bir yönetmen kimliğinin aidiyeti içerisinde olsun, aksi halde salt bir uyarlama olarak kalıyor. Çoğu uyarlama da bu nedenle fevkalade başarısız oluyor. Yazarla yönetmenin dünyaya bakışlarının benzerliği, duyumsadıklarının örtüşmesi ve bir ruh birliğinin kurulması edebiyat uyarlamasının başarısında önemli diye düşünüyorum."
Ülkesinin edebiyatına uzak olan
Türk edebiyatı, Türk yazarları önemlidir Kavur için... Hatta sinema okullarına giden gençlerin Türk yazarlarını tanımadığından şikayetçidir. Ona göre kendi ülkesinin yazarına uzak olan sinemacı, kendi sinemasını da yaratamaz...
"Karşılaşma" filminde yeni başlangıçların ve mutluluğun arayışı içindeki Kavur için mutluluk sete çıkabilmektir. Bir senaryo bitirebilmektir. Bir filminin çekim öncesi bir korku yaşadığını itiraf eder.
"Her film çekiminden evvel, her yönetmen, biraz yaptığı işin bilincine sahipse bir korku yaşar. Hatta ertesi gün film çekimleri başlayacaksa o geceyi uykusuz geçirir.
"Bu işe niye girdim, nasıl yapacağım diye. Kaygı yaşar. Kaygının öncesinde korku da yaşar. Bırakıp gitme, ben bu işten sıyrılayım duygusu çok hakimdir. Ama bir şekilde orada kalır. Direnir. Bir şey ortaya çıkarır. Onun görevi odur çünkü.
İki sinemayı da korumalı
"Auteur" sinemasının Türkiye'deki ilk örneği olarak gösterilen Kavur, alçakgönüllülükle buna da karşı çıkıyor. Politik ya da auteur sinemasıyla popüler sinemanın birbirlerini beslediğini ifade ediyor.
"Bu iki sinema -auteur sinema ve ticari sinema- bana göre birbirini tamamlayan iki sinemadır. Biri olmadan diğerinin varlığından söz etmek pek mümkün değil. Kaldı ki biri diğerinin alternatifini oluşturur.
"Sadece popüler sinemanın olduğunu düşünecek olursak insanlar eğlenirler ama düşünmek isterlerse alternatifi yoktur. Sadece sanatsal filmlerin, kişisel filmlerin olduğu bir ortam bir dönem için iyi ama ondan sonra çok sıkıcı olmaya başlar. Bu nedenle iki sinemanın varlığını korumak gerek çünkü birbirlerini tamamladığına inanıyorum."
Ve yapımcılık
İlk bir kaç filmi dışında yönetmenliğinin yanı sıra yapımcılıkta yapmaya başlar Ömer Kavur. Bu biraz da koşulların dayatmasıdır.
Yapımcı olmadan yönetmenlik yapamayacağını görür ve önce ortaklıklarla, son olarak da kurduğu kendi şirketiyle, filmlerinin de yapımcısı olur. Çok zordur bu süreç.
"Filmi çekerken hep bir düşünce içindeyim: Hadi film çekildi ya sonrası.Bu filmi nerede nasıl göstereceğim, kime satacağım.
"Bu da, hem yapım aşamasında hem de senaryonun oluşturulması aşamasında oldukça yorucu oluyor. Ancak bugüne kadar bir filmi nasıl ticari hale getirebilirim diye hiç düşünmedim, düşünemedim..."
Bilgi ve tecrübe kıskancı olmak
Fransa'da sinema, sosyoloji ve gazetecilik okuyan Ömer Kavur'un setlerinde de okullular ağırlıklıdır. Kendi çektiği sıkıntıları, genç sinemacıların yaşamaması için birlikte çalışacaklarını hep sinema okullarından seçmeye özen gösterir.
Ve kendi bilgi ve birikimini her fırsatta onlara aktarmaktan mutluluk duyar. Bilgi ve tecrübe kıskancı bir yönetmen değildir. Zaten fırsat buldukça üniversitelerde sinema derslerine girer.
Bugünlerde de Bilgi Üniversitesi'nde bilgilerini aktaran Kavur, yazdıkça ve film çektikçe mutlu olabilen bir yönetmen portresi çiziyor bize. (AD/NM)