Feminist Eleştiri 11. Sayısı: Antik Felsefe, Sinema, Dijital Platformlar

Fotoğraf: Tanrıça, anne, hemşire ve bebek mermer adak rölyefinden bir parça. MÖ. 5. yy, New York, Metropolitan Museum of Art, 24.97.92 http://exhibits.hsl.virginia.edu/antiqua/gynecology/
2009 yılından beri yılda iki kez yayımlanan Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin (KASAUM) uluslararası hakemli dergisi fe derginin (Feminist Eleştiri) 11. sayısı Ezgi Sarıtaş’ın editörlüğünde hazırlandı. Dergi, dijital platformlardan antik felsefeye, sinemaya kadar feminist bilgi üretiminin pek çok alandaki yansımalarına yer veriyor.
Son Dönem Hollywood Sinemasında Anne Temsilleri
Gül Yaşartürk, klasik Hollywood sinemasının yeniden üretimine çokça katkıda bulunduğu annelik stereotiplerini sarsan son dönem Hollywood sinemasının beş örneğini ele alıyor. Bu filmler, hem anneliğe ilişkin kalıp yargıların çelişkilerini açığa vuruyor hem de köklü anne suçlama geleneğini tersyüz ediyor:
(...) Konvansiyonel filmlerde anne temsilleri E. Ann Kaplan ve Kathleen Rowe Karlyn’in belirttikleri üzere belli kalıplar çerçevesinde karşımıza çıkmaktadır. Kaplan’a göre romantize edilmiş fedakar ve iyi anne, bencil kötü anne, kahraman ve zayıf anne olarak özetlenebilecek anne kalıpları anneliğe dair olumsuz deneyim ve fikirleri, anneliğin çelişkilerini, annelik kurumunun ekonomik ve politik olarak inşa edildiğini görmezden gelir. Hollywood tarihi anne karakterlere sahip olan filmler söz konusu olduğu zaman anne suçlama tarihidir. Patriyarkal söylemi ve onun kurallarını benimseyen anne karakterler ve patriyarkaya karşı isyanlarını anneleri üzerinden gerçekleştiren kız çocukları Hollywood filmlerinin klişesi haline gelmiştir.
Hipokratik Metinlerde Kadınların Doğası ve Jinekolojinin Ortaya Çıkışı
Gökçesu Akşit ise hastayı yalnızca hastalığa odaklanarak değil, bedene ilişkin bütüncül bir bakışla inceleyen Hipokratik yaklaşımın, kadını nasıl gözlem nesnesi haline getirdiği üzerinde duruyor. Akşit, üreyen kadın bedenine yönelen bu tip bir bakışın, kadınlara özgü bir tıp dalı olarak jinekolojinin ortaya çıkışındaki rolüne işaret ediyor:
(...) Antik Yunan biliminde metaforik olanla ampirik olanın beraber yaşaması ruhu içinde söylenebilir ki, Hipokratik kadın hasta gözlemleri kadınları dışarıya, görünür olanın alanına getirmiştir. Epidemikler’de adı geçen ve kocası ya da babası olan bir erkek adıyla anılmayıp, Hera tapınağıyla adı anılan elidya, büyük ihtimalle tapınakta görevli idi ve onun hasta kaydında da görebileceğimiz gibi, o bile Hipokratik gözlemin nesnesi olabilmişti. Normalde tapınak dışına çıkmalarına bile izin verilmeyen bu “beyaz kollu” kadınların hastalık hikayelerinin Hipokrat’ta böylesine açık bir şekilde bulunması, kadınların fiziksel ve duygusal olarak antik yunandan günümüze bilim, tarih ve felsefede daha fazla yer bulmalarını sağlayacaktır.
Web Sitelerinde Dijital Ebeveynlere Sunulan İçerik Toplumsal Cinsiyet Rollerinden Bağımsız Olabilir Mi?
Derya Gül Ünlü, dijital ebeveynlik kavramını tartışmaya açtığı makalesinde, kendisini dijital bir aile platformu olarak tanımlayan ve bir baba tarafından hazırlanan içeriği yalnızca kadınlara seslenmeyen ‘bebek.com’ sitesini inceliyor. Gül Ünlü makalesinde hem doğum öncesi, doğum esnası ve doğum sonrası dönemlerde, hem de gündelik ebeveynlik ve çocuk bakımı pratiklerinde annelerin öncelikli ebeveynler olarak konumlandırıldıkları ve dijital ebeveynlikte de cinsiyetçi iş bölümünün devam ettiği sonucuna varıyor.
(...) Şüphesiz, kadınların fizyolojik olarak bebeği taşımaları ve çocuk doğurmaları onları doğrudan annelik sürecinin bir parçası yapmakta ve üretilen içerikler ister istemez öncelikli olarak annelere (“Erken hamilelik belirtileri” ya da “Hamile olduğunuzu nasıl anlarsınız?” başlıklı makalelerde olduğu gibi) hitap etmektedir. Fakat anne ve babalara farklı ebeveynlik dönemlerinde aktarılan içerik incelendiğinde, bunun sadece bebeği taşıma ve doğum dönemine özgü olmadığı, doğum öncesi ya da doğum sonrası dönemde de içeriklerin öncelikli olarak annelere seslendiği görülmektedir. Ayrıca bu içeriklerin, anneler için tanımlanmış toplumsal cinsiyet rolü beklentileri çerçevesinde de yapılandırıldığını söylemek mümkündür.
Yarı-Kamusal Alanda Kadın Deneyimlerine Etnografik Bakış
Çiğdem Yasemin Ünlü ise cinsiyetçi iş bölümünün kadınları yönlendirdiği ev eksenli çalışmanın bir örneği olarak terziliğe etnografik bir bakış atıyor. Kamusal-özel ikiliğinin ötesine geçen terzi dükkânını inceleyen Ünlü bir yandan kadınların ataerki ile kurdukları gündelik ilişkilere bakarken diğer yandan kadınların bir aradalıkları yoluyla şekillenen “yarı kamusal alan”ın içerdiği dayanışma, direnme ve güçlenme imkânlarını ele alıyor.
(...) Aksu Bora (2017, 74), kadınlar için evin anlamını sorguladığı yazısının sonunda şu soruyu sormuştur: “İkincilleştirilmeden kurtulmanın yolu evden çıkmak mıdır?” Elbette, tek ya da yeterli yolu değildir. Kadınlar için evin anlamının Bora’nın aynı yazısında belirttiği gibi bir sığınak ya da hapishane olarak görülmesinin her ikisinin de yanlış/eksik bir kavrayış olduğunu bu çalışmada olduğu gibi, yukarıda andığım başka çalışmalarda da görmek mümkündür. Bu tür bir ikiliğin ötesinde düşünmek kadınların evden çıkmasının, kamusallaşmasının önündeki engelleri ve kadınların üzerindeki tahakkümü görmezden gelmek anlamına da gelmiyor. Bu çalışmada özellikle kadınların yarı-kamusallaşma/-ya da belki de daha doğru bir ifadeyle- yarı-kamusallaşabilme deneyimini özellikle bu engellenme ve tahakküm ilişkileri ile birlikte ele almaya çalıştım.
Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları
Cansu Dayan ise bu imkânları, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Anabilim Dalları’nın 30 yıllık tarihi üzerinden tartışmaya açıyor. Dayan’ın TCKÇ anabilim dallarının üç dönemini Feminist Duruş Kuramı’yla ele aldığı makalesi, Türkiye akademisinde feminist bilgi üretiminin “yaprak dökümü” dönemi olarak nitelendirdiği 2016 sonrasına ilişkin tartışmasıyla öne çıkıyor. Yaprak dökümü döneminin artan kadın düşmanlığından bağımsız düşünülmesi mümkün değil. Baydar, Kılıç, Serpen ve Günay, kadına yönelik şiddetle ilgili çalışmalarda kadın düşmanlığının teorik öneminin kabul edilmesine rağmen, geçerli ve güvenilir ölçme araçlarının yokluğu tespitinden hareketle, Kadın Düşmanlığı Ölçeği'nin Türkçe geçerlik ve güvenirliğinin belirlenmesi çalışmasının sonuçlarını sunuyorlar.
(...) İstanbul Sözleşmesi’nin uzantısı olarak kadınların nafaka haklarına yöneltilen saldırılar, “toplumsal cinsiyet eşitliği”nden “cinsiyet adaleti”ne doğru geriye vurmalar ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” ibaresinin kalkınma planlarından ve ETCEP projesi üzerinden Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinden ve bileşenlerinden de kaldırılması, kadın sorunları araştırma ve uygulama merkezlerinin hem ismen hem de cismen geleneksel aile ve evlilik çalışmalarına dönüştürülme çabası, cinsel saldırıya uğramış kadınların failleriyle evlendirilmesi konusunun yeniden ısıtılarak önümüze konması gibi birçok noktada saldırının yaşandığı bu dönemde TCKÇ ve bileşenleri ciddi ve canlı tehditlerle karşı karşıyadır.