Aşk Eski Bir Yalansa, Yaşadıklarımız Ne?
Her ikisi de birbirlerine, gerçek isimleriyle seslendiklerinde büyünün bozulacağını düşünmüş olsalar ki, sanal kalmayı seçtiler ilk dakikalarda. En azından bu öyküde. Frida, yanındaki bar taburesini işaret ederek konuştu:
"Gelip gelmeyeceğinizi bilmediğim için yer ayırtmadım. Şüphecilik ve güvensizlik uzun zamandır karakterim oldu".
Ece, bar taburesine yerleşti. Çantasını yanındaki tabureye bıraktı ve Frida'ya döndü.
"Ben de sizin gelip gelmeyeceğinizi bilemedim. Biraz da erken gelmişim. Arabayı park edecek yer bulmakta zorluk çektim. Aşağılarda bir yerlere park ettim. Çıkışta bulabilir miyiz, bilmiyorum"
Bir an karşılıklı bakıştılar. Her ikisinde de tedirginlik vardı. Frida, "bulursunuz"dedi. "Mahallemiz karışık değildir". Klasik hal hatır sormalar izledi konuşmayı. Her ikisi de, buluşma nedenlerini, cümleye nereden başlayacaklarının kısa bir muhasebesini yaptılar. Frida, aranan olmanın verdiği güvenle lafı açtı.
"Neden buluşmak istediniz?"
Ece, "Daha önce siz istemiştiniz ama, ben hazır değildim. Şimdi de ben istedim. Ama mesajlarıma verdiğiniz yanıtlardan görüşmek istemediğiniz sonucunu çıkardığım için, sizi aramadım. Bir de araya hafta sonu tatili girdi. Sonra siteminizi alınca, aradım" dedi.
İki kadının bir araya gelme nedeni üçüncü bir kişi, bir erkekti. Farklı zaman diliminde, birbirlerinden habersizce, aynı erkeğe aşık olmuşlardı.
Ece, adamla, onun evinde son buluşmalarından birinde, adamın çantasını karıştırınca kadının mektubunu bulmuştu.
"Biliyorum, birlikte değildiniz. Ama kelimeleriniz beni etkiledi. Hiç yüzleşmeden evinden çıktım ve bir süre kendimle hesaplaştıktan sonra size ve ona o mesajı attım. Sizin yaşadıklarınız, benim yaşadıklarım çok benzer şeylerdi. Mesajım üzerine arayıp, çok ağır konuştu, bağırdı çağırdı. Özelimizi neden başkasına anlatırsın, diye sinirlendi. Ben alışık değildim o kadar kaba sözlere. Telefonu kapattım ve bir daha görüşmedim".
Frida, kadının samimiyetini ölçtü, biçti, tarttı. Kendi kendine, "bu kadar kuşkucu olma kızım. Kadın, sana inanarak gelmiş ve konuşuyorsunuz" dedi içinden.
"Nasıl tanıştınız?"diye sordu. Kadının anlattıklarından, yalnız yaşananlar ve duygular değil tanışmaların bile benzerlik taşıdığını gördü. Hiçbir orijinallik yoktu. Bu kadar yaratıcı, zeki bir adamın kadın bulma yöntemindeki sıradanlık kendisini düşündürttü. Ama onun da, Ece'nin de, adamla tanışmalarında ne fark vardı ki?
Frida, adamın Ece'de ne bulduğunu düşündü. Kendisi de güzel değildi. Ama, hastanedeki kadın güzeldi. Neden öteki değildi. Yine de Ece ile hastanedeki kadın arasında bir benzerlik gördü. İkisi de sarışın, ikisi de okur yazar, meslek sahibi kadınlardı.
Ece'nin anlattıklarından çıkardığı kadarıyla, evliliği rutine girince, heyecan ve macera adına kocasından boşanmış, bir çocuğu olan bir kadındı. Diğer kadının aynı özellikleri taşıması olasıydı.
Frida ister istemez karşılaştırma yaptı. Her ikisi de büyük bir olasılıkla kendi işlerinin sahipleriydiler. Baba güvencesinden, koca güvencesine geçmişler, yaşamın zorluklarıyla pek karşılaşmamışlardı. Ekonomik olarak da rahat bir yaşamları olmuştu anlaşılan.
Eee, çocukları da büyüyüp, kocayla abi-kardeş olunca, menopozda gelip çatınca, özgürlük tahtıravallisine bir kraliçe edasıyla binmişlerdi belki de. Ece'lik de buradan geliyor diye düşündü Frida.
Hastanedeki kadın neredeydi, şimdi ne yapıyordu bilmediğini düşündü. Oysa telefonu vardı. Arasa mıydı acaba?
Ece, o kadını hiç merak etmediğini söyledi. Bu hiç inandırıcı gelmedi Frida'ya. O kadın uğruna terk edilmişti, hiç insan sevdiği adamın yanı başındaki kadını merak etmez miydi? O hep etmişti.
Kendisine 'boncuklu kadın' adını takan kadın, şimdi burada olsa, ne derdi acaba? Gülmek geldi içinden. Üçlü resmi düşündü. Üç kadın ve o adam.
Ne gülmesi, gülmekle ağlamak arası bir noktadaydı.
Beynine yeniden şüphe tohumları ekildi. Ya bu kadın, yani Ece, o kadının, yani hastanedekinin çok özel arkadaşıysa. Kendisiyle görüşmeye o göndermişse Ece'yi???
Beyninden düşünceleri kovmak için başını salladı. Sanki gidermiş gibi. Hasır şapkası uçacakmış gibi oldu. Bardaki kürdanlardan birkaç tane aldı, şapkasına batırdı, şapkayı sağlamlaştırdı.
Neden buna gerek duymuştu ki? Kapalı bir mekanda oturuyorlardı ve şapkanın uçacağı yoktu. Tıpkı düşüncelerinin olmadığı gibi. Boş ver, dedi kendi kendine. Öyle de olsa, böyle de olsa tongaya basmıştı. Hem bu öylesine oyunlar oynayacak, komplolar kuracak bir kadına da benzemiyordu.
Acaba, diye düşündü. Her kadında, biraz komploculuk yok muydu?
Off... dedi. Yine yazmaya başladığını düşündü.
Olur olmadık şeyler aklına geldiği için, sevdiği adam ona hep manyak, salak, sapık gibi sıfatlar yakıştırırdı. Onun, o sıfatları söylemesi rahatsız etmezdi kendisini.
Yüzsüzlüğünden ya da gerçekten hak ettiğinden değil, kendisini ifade etme şansı olmadığındandı hoşgörüsü. Nasıl anlatabilirdi ki, içsel olarak aklına gelenin başına geldiğini.
Ece'ye döndü. Çok mu uzun sürmüştü bunları düşünmek. Hayır...Birkaç saniye. Garson bile siparişleri almaya henüz gelmemişti. Frida, yabancısı olmadığı mekanın verdiği rahatlıkla garsonu çağırdı. Spagetti siparişleri verildi. Ortaya da bir salata. Ece şarap, Frida'ysa her zaman olduğu gibi rakı söyledi kendisine.
"Siz buraya sık geliyorsunuz galiba. Bende bir süredir gelmek istiyordum. İyi oldu" dedi Ece.
İçinden kuşlar uçuştu kadının. Sevdiği adam, onu buraya çağırmamıştı, getirmemişti.
Ama..."Nerde buluşuyordunuz siz, hep evde mi?" diye sormaktan kendini alamadı. Bir keresinde Andon'a gittiklerini anlattı. Bir de, adamın yemekten sonra, Ece'yi arkada bırakarak, hızlı hızlı önden yürüyüp gitmesini.
"Ben hiç alışık değilim böyle kabalıklara. Asansöre bininceye kadar soğuk davrandı. Sonra ise bir sevgili gibi. Herkesin kabalık derecesi farklıdır. Ama benim için yaptığı büyük kabalıktı. Sonra hep, adamın her kabalığında, tarzının bu olduğunu düşündüm"
Kadın farklı bir sosyal çevrenin, sınıfın insanıydı. Adam da Frida da sokak çocuklarıydılar. Serserilik vardı içlerinde. Her ikisinin de kabalıkları vardı.
Biraz önce yüreğinde kanat çırpan kuşlar, patır patır dökülüverdi. Gözleri doldu. Yaşlar aktı ha akacak. Tuttu kendini. Ece anlatıyordu hala.
"Bir iki kerede, karşıya çağırdım. Siz Taksim'desiniz ama, ben karşıda oturuyorum. Karşıda yemeğe çıktık. Genelde.. hep onun evinde birlikte olduk."
Ece'nin her kelimesi bir bıçak gibi saplandı. O, sevdiğiyle hiç içki içememiş, şöyle baş başa iş güç telaşı olmadan, uzun geceler yaşamamıştı. Kızdı kendisine. Hem kadının teklifine olumlu yanıt vermişti, hem de kadının söyledikleri karşısında üzülüyordu.
Adamla kendisinin yaşadıklarında meyhaneler, restoranlar yok ise, bunun sorumlusu kendisiydi. Cumburlop bir ilişkiye kim gir demişti ona ki. Daha adamla, adamın evinde ilk buluşmalarında yatakta bulmuşlardı kendilerini.
Ece son vuruşunu, Frida'yı evine bırakırken yaptı. Sondan bir önceki vuruştu ve tam 12'den isabet etmişti.
"Eğer, kardeşim yalan söylediği için onunla beş yıl konuşmadım demeseydiniz, bunları söylemeyecektim" diyerek. Daha bu yakınlarda adamla yeniden buluştuklarını, birlikteliklerini anlattı. Adam aramıştı, o da yanıt vermişti.
Yeniden sevişmişlerdi ve şimdide birlikteydiler. Adam, geçmişi hiç deşmemesini istemişti. Böyle daha iyi, sorgulamanın gereği yok, gibisinden şeyler söylemişti.
Ece, adamdan öğrenemediklerinin, merak ettiklerinin yanıtının peşin sıra, kadına gelmişti.
Frida'dan, adamın etrafından ulaşabileceği tek kadından, üstüne üstelikte, aynı erkekle ilgili düşler kurdukları kadından, adamla ilişkisinin boyutunu, adamın düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu.
Çünkü kadın, hala ve her şeye rağmen adamın yanında, yanı başındaydı.
Frida, şüpheciliğinde ne kadar haklı olduğunu düşündü. Adamın yanında neden ve nasıl oluşunu açıklarken, kadını dürüst olmamakla suçladı. Buzdan kaleler erirken, inancı bir kez daha sarsılan Frida, kadına verdiği tüm sözleri unutuverdiğini söyledi.
Arabadan inerken kendisini düşündü. Frida'lığını. Frida Kahlo'yu anımsadı. Ve Salma Hayek'in oynadığı "Frida" filmini.
Son sergisinin açılışına sakat ve hasta haliyle, yatağıyla gidişindeki görkemi anımsadı. Seçtiği isimle bile ne kadar özdeşleştiğini düşündü. O hasta ve sakat yatağında yatarken, Tahtıravallisindeki bir kraliçe edasıyla Ece'nin sevdiği adama gidişini izledi.
Sevdiği adama seslenmek geldi içinden.
Frida'nın kelimeleriyle.
(...) Görüşmesek bile, bana yazmayı sürdürmeni istiyorum. Bana söyleyebilecek hiçbir şeyin yoksa bile, bomboş iki sayfa yolla. Ya da aynı şeyi yüz kez yaz. Bu, en azından beni düşündüğünü gösterecektir...
Beni sevmiyorsan söyle tatlım. Ben seni, sen beni zerre kadar sevmesen bile seviyorum".
İki kadın. İkisi de çok uzak zaman dilimlerinde yaşadı. Biri dün de, diğeri bugün de. Adamsa...Eski bir şarkı misali her yerde.(AD)